Çepniler

Çepnilerle ilgili araştırmaların, sil baştan bizim tarafımızdan yapılmış olması mümkün değildir. Bu konuda araştırma yapmış çok büyük üstadlarımız, araştırmacılarımız ve akademisyenlerimiz mevcuttur. Biz, soyumuz olan Çepniler’i bu büyük ustaların kitaplarından derleyerek sizleri sunduk.

cepni

Tabi soyumuz olan Çepni boyunu üç beş sayfaya sığdırmak mümkün değildir. Elimizden geldiğince genel bir çerçevede bu bilgileri derlemeye çalıştık.

Tüm ustalarımıza Kandazoğulları adına teşekkürü bir borç bilirim.91

ÇEPNİLER

Çepnilerden söz eden büyük kaynaklar, onların Oğuz Türkleri’nin bir boyu olduğunda görüş birliği içindedirler. Anadolu’nun bir Türk vatanı olmasında çok önemli rol oynadıkları ve Anadolu’daki varlıklarının 12. yüzyıla kadar gittiği tarih otoriteleri tarafından kabul edilmiştir.

Çepni Adının Manası

Çepniler’den ilk olarak bahseden yazılı kaynak; Kaşgarlı Mahmut’un 1072–1076 yılları arasında yazmış olduğu “Divanü Lügati’t-Türk” adlı eseridir. Kaşgarlı Mahmut’a göre Çepniler Oğuzlar’ın 22 bölüğünden yirmi birincisidir.45

Kaşgarlı Mahmud’un belirttiği Oğuz Boyları46

“Fahreddin Mübarekşah’ın XIII. Yüzyılın ilk yıllarında yazdığı eserinde, XIII. Yüzyılda görülen Türk kavimleri arasında da adının zikredildiği görülür”.47

XIV. Yüzyıl başlarında İran Moğolları’nın İlhanlı Devleti veziri Reşideddin Fazlullah’ın önderliğinde bir heyet tarafından oluşturulan Câmi’üt Tevarih adlı esere göre Oğuz’un henüz yaşarken Bozok ve Üçok diye ayırdığı altı oğlunun yirmi dört torunu vardır. Oğuz’un vefatının ardından yerine Kûn Han geçmiş ve Oğuz’un çok değer verdiği bilge kişi Irkıl Hoca, devletin devamlılığının sağlanması ve ilerde herhangi bir kargaşa yaşanmaması için yirmi dört oğlun her birine bir lâkap ve hayvanlarına vurmaları için bir tamga ve bir ongun tespit edilmesi gerektiğini Kün Han’a söyleyince o da bu fikri kabul etmiştir. Irkıl hoca böylece her birine lâkap, tamga ve ongun tespit etmiştir. Buna göre Çepni, Üçoklar’ın en büyüğü Gök-Han’ın dördüncü oğludur. “Yağı olan durmayıp her yerde savaşan (Kandaki yağa göre, derhal savaşır ve çapar, Bahadır)” olarak tanıtılır. Çepni’nin ongunu Sunkur, Umay, Ûlüşü de sol karı yağrın, sol yanbaştır.48

14.Yüzyılda Çepni adı, Endülüslü âlim Ebû Hayyan’ın, Kitabul-İdrak li-Lisanil Etrak adlı eserinde “Çepni-kabîletün minnet-Türk” şeklinde geçer. Eserde, Türk boylarından sadece Kınıklarla Çepniler’den söz edilmektedir. Bu bilgi 14.yüzyılda Çepniler’in sadece Anadolu’da değil, Mısır’da bile tanındığını göstermesi bakımından çok önemlidir.49

15.Yüzyılda Yazıcıoğlu Ali, Reşideddin’den bazı değişiklikler yaparak Türkçe’ye çevirdiği ve “Tarih-i Âli Selçuk”adlı eserinin baş tarafına aldığı Oğuzname’de Çepniler hakkında bilgi verir. Bu eserde Çepni’nin damgası diğerlerinden farklıdır.

Ebülgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Terakime (Türkler’in Soy Kütüğü)’sinde eserin “Oğuz Han’ın torunlarının adlarının manası ve damgaları ve kuşlarının zikri” adlı bölümünde Oğuz’un yirmi dört torununun adları, adlarının anlamları, damgaları ve kuşları belirtilmiştir. Bu kaynakta Çepni Oğuz’un on altıncı torunu olarak gösterilmiş, Çepni’nin anlamının “cesur”, kuşunun “devlet kuşu (hümay)” olduğu belirtildikten sonra damgasının şekli verilmiştir.50

Gyula Nemeth “Çepni” adının Kırgızca “çep”(kalkan) ve Türkçe “çeper”(duvar, çit, parmaklık) kelimeleriyle ilgili olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre Çepni adı kök bakımından “koruyucu (birlik)” ve özellikle “sınır koruyucu (birlik)”anlamına gelmektedir.51

Kafesoğlu da “Eski Türk boylarının adları boyun siyasi ve sosyal hususiyetlerini meydana koymaktadır” dedikten sonra Çepni’yi askeri teşkilat ve unvanlarla ilgili olan Çor, Yula, Kapan, Külbey, Yabuka, Yeney, Taryan, İğdir, Buka, Tarduş vb. isimlerle birlikte bu gruba dahil etmekte ve Çepni adının askeri ve siyasi özellik taşıdığını belirtmektedir.89

Geybullaev de Azerbaycan’ın Şamaha Bölgesi’nde Çepni kelimesiyle bağlantılı 17 yer adı bulunduğu bildiriyor. Bunlardan Çepli, Cabani, Çapni şeklinde olanlar Zangezur ve Kuba bölgelerindedir. Kazak şehrinin Daşsalahlı Bölgesi’nde Çepli adlı bir yer bulunmaktadır.

Sultanşah Ataniyazov, Şecere adlı eserinde Çepni isminin, eski Türk sözü olan ve “küçük grup”, “sürü” anlamındaki “çep”, “çöp” sözünden türediğini belirtmektedir. Daha sonra Çepniler’in tarihi hakkında kısaca bilgi vererek, Selçuklular’ın döneminde (11.yy.) Çepniler’in büyük bir bölümünün İran’a, Türkiye’ye, Kafkasya’ya ve Irak’a geçtiklerini Türkmenistan’da Alili, Ata Göklen, Hatap ve Hıdırilli boylarıyla Çepbe, Burgazlar’ın Çepbece diyen aşiretlerinin kadim Çepnilerle aynı kökten gelmelerinin mümkün olduğunu belirtir.52

Mahmut Goloğlu ise Çepniler’in “Oğuz boyunun Üçok kolunun Sungurlu aşiretinden”olduğunu söylemektedir.53

Çepniler’in Anadolu’ya Yerleşmesi

Çepnilerle ilgili kaynaklarda Anadolu’ya ilk ne zaman ve nereden giriş yaptıkları hakkında kesin bilgiler bulunamamıştır. Mehmed Fuad Köprülüzade “bu Oğuz boyunun batıya göçü, Selçuklular’ın Anadolu’yu ilk istilası ile olmuş, büyük bir kısmı Batı Anadolu’daki Paflagonya ve Trabzon Krallığı hudutlarına yerleştirilmişler” demektedir.54 

Birçok tarihçi ve araştırmacımız Çepniler’in ilk önce Sinop bölgesine yerleştiğini söylemektedir. Sinop’ta yapılan savaşla Trabzon Rum İmparatoru Giorgi’yi hem deniz hem de karada yenmeleri ve bu galibiyetin ardından Ordu bölgesinde Bayram Bey adına Bayramlı Beyliği’nin kurulması bize bu bölgede de kalabalıklar halinde var olan Çepniler’i göstermektedir. “Türkiye tarihinin yerli kaynaklarında adı ilk önce ortaya atılan Oğuz boyu, muhtemelen Çepniler’dir”55 diyen Faruk Sümer’in bu görüşü diğer araştırmacılar tarafından da benimsenmiştir.

Çepniler’in Anadolu’daki varlığını incelemeye başladığımızda karşımıza çıkan ilk isim Hacı Bektaş Veli olur. 13.yüzyılda yaşayan Hacı Bektaş Veli’nin hayatını anlatan ve 15.yüzyılın son çeyreğinde kaleme alınan Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli adlı eserden Hacı Bektaş Veli’nin Suluca Karahöyük’teki ilk müritlerinin Çepniler olduğu anlaşılmaktadır. 91

Faruk Sümer’e göre, Anadolu’daki dini hareketlerden ekserisinin de Çepni boyu ile yakın ilgisi vardır. Muhtemelen 1240’daki Baba İshak Ayaklanması’na katılan Türkmenler arasında onlar da vardır. Ona göre, İlhanlılar hükümdarı Olcaytu’nun On iki İman Şiiliği’ni kabul etmesinden sonra Anadolu’daki Ulu Yörük, Boz Ok, Yukarı Kelkit ve Canik’te yaşayan göçebe birçok topluluk, Halep Türkmenleri’nden bazı oymaklar ile Sivas, Tokat, Amasya, Canik, Malatya, Dersim bölge ve yörelerindeki birçok köy bu mezhebi yani Şiiliği kabul etmişlerdir. Buralarda Şiiliği yayanlar da Barak Baba dervişleri ile diğer şeyh ve dervişlerdir.91

16.Yüzyıl tahrir defterine göre başta Halep olmak üzere, Anadolu’nun birçok yerinde henüz yerleşik hayata geçmemiş olan Çepni toplulukları bulunmaktaydı.91

Anadolu’da Çepniler’e ait kırk üç kadar yer adı vardır. 1520 yıllarında Halep Türkmenleri arasında üç kola ayrılmış bir Çepni oymağı görülüyor. 91

Bunlardan 53 vergi evi olan birinci kol, Antep’in kuzey doğusundaki Rum  Kale yöresinde Donrul (Tuğrul) Kethüda’nın, ikinci kol Antakya’nın kuzeyindeki Gündüzlü kazasında nüfusu en az olan, üçüncü kol ise doğuda bir yerde (Boz Uluslararasında) yaşamaktaydı. 91

1570 tarihinde yani 50 yıl sonra, diğer Türkmen oymakları gibi Çepniler’in de nüfusları çok artmış, 1520 yıllarında 53 vergi evi olan birinci kol bu tarihte 397 vergi nüfusuna yükselmiştir. “Başına Kızdılu” yahut “Başım Kızdılu Çepni” adıyla anılan ikinci ve üçüncü Çepni kollarının ise 29 ve 16 vergi nüfusları vardır. 91

XVII. Yüzyılın ortalarına doğru Çepniler’in ana kolu yine Rum Kale yöresinde yaşıyor ve kasabalar Korkmazlu, Sarulu, Karalar, Köseler ve Şuayyıblu obalarına ayrılıyordu. 91

Başım Kızdılu adını taşıyan diğer iki oymak ise Batı Anadolu’ya göç ederek Saru Han (Manisa) ve Aydın sancaklarında yurt tutmuştu. 91

Diyarbakır bölgesinde yaşayan Boz Ulus, kışın Mardin’in epeyce güneyindeki çöl bölgesinde kışlıyor, yazın da  Erzincan-Erzurum arasında yaylıyordu. Boz Ulus uğradığı baskılar yüzünden 1613 yılında Orta Anadolu’ya göç etti ve bir daha eski yurduna dönmedi. 91

İşte bu Boz Ulus’un Orta Anadolu’ya göç eden ana kümesi arasında Kantemir Çepnisi denilen bir Çepni oymağı  da vardı. 1691 yılında birçok Boz Ulus oymakları gibi Çepniler de Rakka Bölgesi’ne yerleştirildiler. Çepniler bu bölgeden iki defa kaçtılar. 1728 tarihli bir vesikada Kantemir Çepnisi’nin Rakka’daki iskan yerlerine gitmemek için Bergama taraflarına göçtüğü bildirilmektedir. Balıkesir bölgesi ile Manisa ve Aydın vilayetlerindeki Çepniler, bu bölgeye on yedinci yüzyıldan sonra gelmiş Halep Türkmenleri ile Boz Ulus’a mensup Çepniler’dir. Tahrir defterlerinden Adana’nın Sarı Çam yöresinde küçük bir Çepni oymağının yaşadığını, Dulkadir eli arasında da 34 vergi nüfuslu küçük bir Çepni oymağının ve aynı bölgede Çepni adlı bir de kalenin bulunduğunu öğreniyoruz. 91

16.Yüzyılda Boz Ok (Yozgat’ta) 42 vergi nüfuslu Çepni adlı küçük bir oymak yaşıyordu. Yine orada varlığını bu güne kadar sürdüren Çepni adlı bir köy vardı. 91

Yine 16.Yüzyılda Çorum’a bağlı Alp Oğuz Köyü’nde Çepni Özü adlı bir cemaat yani bir oymak ve Hamid sancağının (Isparta vilayeti) Göl Hisar kazasında da 70 vergi nüfuslu bir oymak görülmekte idi. 91

Eski İl Koş (Koç) Hisar Gölü’ne Dökülen İn Suyu’ndan başlayıp Güneydoğu’ya doğru Ereğli’nin batısındaki Akçaşehir’e kadar uzanan topraklardan meydana gelmişti. Koç Hisar Gölü’nün güney ucuna çok yakın olan Eski İl köyünün bu kazanın merkezi olduğu anlaşılıyor. Eski İl’de yaşayan Çepniler’in büyük bir kısmı Yavuz Selim devrinde (1512–1520) yedi köyde yerleşmişti. Ancak 27 evlik bir oba, eski yaşayışını sürdürüyordu. Bu oba asrın sonlarına doğru henüz yerleşik hayata geçmemişti. 91

Turgut yöresindeki  Çepni oymağı I.Selim devrinde 44 vergi nüfuslu küçük bir oymak idi. Adana’nın Saru Çam nahiyesinden gelip Ankara’ya bağlı Şereflikoçhisar kazasına yerleşen ve yaşayan Orun-Guş oymağının arasında da 133 nüfuslu bir Çepni obası vardı. 91

Sivas yöresinden Ankara yöresine kadar yayılan ve 27 oymaktan meydana gelen Ulu Yörük veya Ulu Yörük Türkleri denilen büyük topluluğunun oymakları arasında da birkaç Oğuz boyuna mensup teşekküller de vardı. İşte bunlardan biri de Çepniler’di. Çepniler’in yurtlarının Ak Dağ Madeni’n kuzeyinde Zile’nin güneyinde meşhur Çamlı Bel’in batısında bulunduğu anlaşılıyor. 1520 tarihinde Çepniler’in 17 kışlakları vardı. Onlar bu kışlaklarında çiftçilik yapmakta idiler. 1575 yılında ise 32 kışlakta oturmakta, nüfusları da dört misli artmış bulunmakta idi. 19. yüzyılın ikinci yarısının başlarında Çepniler’in oymak geleneğini korudukları görülüyor. O yıllarda Çepni oymağı ile Kara Hisar-ı Behramşah, Boz Ok sancağına bağlı idari yörelerden birini teşkil etmekte idi. 1720 tarihli bir fermanda Anadolu’nun çeşitli yerlerinde içlerinde 50 hanelik bir Çepni topluluğunun da bulunduğu Türkmen boyları, bölgeyi Arap eşkıyasının mazarratından korumak ve ziraatle uğraşmak üzere Harran Ovasına yerleştirilmişlerdi. Daha önce belirtildiği gibi Vilayetname’den anlaşıldığına göre Kırşehir’in Suluca Kara Üyük (Hacı Bektaş) sakinleri de Çepnilerden idiler. Tahrir defterine göre Kırşehir bölgesinde Çepni adını taşıyan bir köy de vardı. 91

Çepniler’in Doğu Karadeniz Bölgesi’nin Türkleştirilmesindeki Rolleri

Selçuklu Devleti’nin 1040 yılında Horasan’da kurulması ve daha sonra Selçuklu Hükümdarı Alp Arslan’ın 1071 yılında Malazgirt Savaşı’nı kazanmasından sonra Anadolu kapıları Türklere açılmış ve batıya doğru göç eden Türkler Anadolu’da yurt edinmeye başlamışlardır. Yerleştikleri her yere Türkçe ad veren bu Türkmen boyları en yoğun olarak; Antalya-Eskişehir Bölgesi (30.000 çadır), Kastamonu Bölgesi (100.000 çadır), İçel Bölgesi, Malatya-Maraş Bölgesi, Kuzey Suriye, Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde yurt tutmuşlardır. 91

Ancak tarihi kayıtlardan, Çepniler’in Anadolu’ya Malazgirt Savaşı’ndan ne kadar sonra geldiği kesin olarak bilenmemesine rağmen Anadolu’da ilk gözüktükleri yer 1277 tarihinde Sinop’tur. Günümüz Anadolu’da çok farklı coğrafyalarda yerleşik halde yaşayan Çepniler vardır. Bunların buralara yayılmasında ilk olarak Sinop’ta görülen Çepniler’in etkisinin olup olmadığı veya bu Çepniler’in aynı dönemde gelip gelmediği bilinememektedir.

Çepniler’in Anadolu’da görünmeye başladığı dönemlerde Trabzon ve çevresi Rum İmparatorluğu’na bağlıdır. Ancak daha önce de bahsedildiği gibi Rumlar yalnızca şehir merkezine hâkimdirler. Şehirlerin çevresi tamamen Türkmen topluluklarla kuşatılmış gibidir. XIII. yüzyılın ortalarından sonra da Anadolu Selçuklu Devleti parçalanma sürecine girmiş ve Anadolu’da büyük-küçük birçok Türkmen Beyliği kurulmuştur. “XIII. asrın son çeyreğinde, Trabzon haricindeki bölgede Helen kültüründen söz edilemeyeceği gibi”56 veba salgını ve Türk akınları nedeniyle Trabzon’daki Hıristiyan nüfusun da önemli ölçüde azalacağından söz edilebilir.57

Anadolu Selçuklu Devleti’nin parçalanma sebeplerinden biri olan Moğol istilaları, Anadolu’da siyasi bir bunalımı ardı sıra getirmiştir. Bundan istifade etmek isteyen Giorgi, “Karadeniz ticareti için çok büyük önem taşıyan bir limana sahip olan Sinop’u almak istemiş ve bir donanma ile Sinop’a saldırmışsa da, kendisini gemilerle denizde karşılayan Türkân-ı Çepni (Çepni Türkleri) tarafından mağlup edilerek geri püskürtülmüştür.58

İbn-i Bibi, bu hadiseyle ilgili olarak bizlere şunu anlatır; “İki gün sonra Sinop kumandanı Tay Buğra erişti ve Canik Kralı’nın kadırgalar ile Sinop’a kastettiğini, Çepni Türkleri’nin karşısına çıktıklarını ve deniz ortasında canına od tıkadıklarını ve bu yüzden kralın perişan bir halde geri döndüğünü bildirdi”.59

Düzenli bir orduya karşı kazandıkları bu zafer, Çepniler’in o dönemde hem kalabalık hem de teşkilatlı bir topluluk olduklarının bir göstergesidir.91

Bu Çepniler’in Sinop bölgesine yerleştikleriyle ilgili herhangi bir delil yoktur ama bu dönemle ilgili belgelerden Türkler’in sürekli olarak doğuya doğru ilerledikleri anlaşılmaktadır.91

Trabzon Rum İmparatorluğu’nun saray tarihçisi Panaretos’a göre İmparator Giorgi (1260–1280) hükümdarlığının 14. yılında yani 1280 yılında Toresion Dağı’nda Türkmenlere tutsak düşmüştür.60

Brjer’in verdiği bilgilere göre, Trabzon Rum İmparatoru 2. Jean (Yuannis) zamanında (1280–1297) Türkler Ünye (Halibia) yöresini fethetmişlerdir. Bu Türkler’in Sinop Çepnileri olmaları kuvvetle muhtemeldir. 91

Panaretos, “II. Jean’ın 1297 yılında öldüğünü, onun zamanında Türkler’in Halibia yöresini (Ünye yöresi) ellerine geçirdiklerini söyledikten sonra Trabzon dolaylarına kadar uzanan büyük bir istilâ hareketlerinde bulunduklarını” yazar.61

Bu dönemde ağırlıklı olarak Çepni Türkleri’nden oluşan ve Bayram Bey ailesine bağlı Hacıemiroğulları Beyliği adı geçmeye başlar62. “Hacıemiroğulları, Trabzon Devleti ile Giresun’da savaşırlar. Trabzon Devleti Kralı II. Alaksios (1297–1330) 1301 yılı Eylül ayında Giresun’a sefere çıkar. İki ordu Giresun’da karşılaşır. Türkler yenilerek çok sayıda kayıp verdikten sonra geri çekilirler63. Ancak bu yenilgiden sonra Çepniler’in doğuya ilerlemesi durmamış, ani baskınlar vererek devam etmiştir. “Hacı Emiroğulları Beyliği’nin kurucusu olan Bayram Bey, 1313’de Trabzon İmparatorluğu sınırları içindeki bir pazaryerini basmıştır”.64

“Bayram Bey, 2 Ekim 1316’da hayvan saklanan araziyi talan eder. Çepni Türkmenleri Haziran 1319’da Trabzon’a saldırır, büyük bir yangın çıkarırlar. Bu yangında Trabzon’daki bütün evler yanar”65. “Bayram Beğ 1332 yılında çok sayıda asker ile Hamsi Köy’e kadar gelmiş ise de ağır kayıplar vererek geri dönmüştür”66. Bölgede zayıf düşen Trabzon İmparatorluğu, Hacıemiroğulları’ndan sonra 1341’de Tur Ali Beğ önderliğindeki Akkoyunlular tarafından ve daha sonra da Taceddinoğulları Beyliği tarafından saldırılara uğratılmıştır.67 

“Trabzon’un içerisindeki huzursuzluklar güçleniyordu. Hâkimiyet yeteneği olmayan Mihail’in bahtından her beş adamdan birisini öldüren veba salgını 1347 yılında imparatorluğu kapladı. Trabzon üzerindeki bela deprem ile tamamlandı. Deprem sonrasında birçok yer harabeye dönüştü. Arsiniya’dan Erzurum’a kadar olan araziyi ellerine geçiren Türkmenler İmparatorluğu talan ediyorlardı. Batı Gürcistan’da ise Gurieli kendi bağımsızlığını ilan etti”.68

Bundan sonra yapılan mücadelelerde önemli sonuçlar getirmeyince Trabzon İmparatoru III. Aleksius Türklerle nikâh ittifakları yapmaya başladı. Buna göre; “Türkmen tayfasının başı Kutlu Bey’e kız kardeşi Mariya Komnen’i, Hacı Emir’e 2. kız kardeşi Feodora’yı, Türkmen Emiri Taceddin’e 3. kız kardeşi Yevdokiya’yı, Gürcü Çarı VI. Bagrat’a (1360–1395) kendi kızı Anıg Komnen’i verdi”.69

Türkmenler ile Trabzon İmparatorluğu arasındaki bu ittifak uzun sürmedi. III. Aleksios “1380 yılında Tirebolu yöresine gelerek (Mart), Harşit çayının sağ kıyısına çok yakın yerde ve denize 5 km mesafede bulunan Bedroma kalesinden 600 kadar yayayı uzak yerlere gönderdikten sonra, yayanın kalabalık kısmı ve atlı askerler Harşit’in yukarı kısmına yürüyüp Çepniler’in kışlağına kadar gitmiş ve onların çadırlarını yıkmış, yakmış, öldürmüş ve Çepniler’in elindeki tutsakları kurtardıktan sonra geri dönüp, Vakfıkebir’deki Büyük Liman’da birkaç gün kalmıştır”.70

Buna göre Trabzon İmparatoru hem Çepniler’den öç almış hem de Çepniler’in elindeki tutsaklarını kurtarmıştır. Bu olayın ardından 1397 yılında Hacı Emir Beğ’in oğlu Süleyman Bey Giresun şehrini fethetmiştir. Giresun, Harşit Çayı boyunca Suma Kale yerleşimlerini sürdüren Çepniler Trabzon’un fethine kadar buralarda yaşamıştır.

1403 yılında Timur’a elçi olarak giden İspanyol elçisi Ruy Gonzales de Clavijo, 1404’te Hacı Emiroğulları topraklarına geldiğinde, Timur’a tâbi olan ve yaklaşık 10.000 askeri olduğunu belirttiği Arzamir adlı Türkmen liderinin, Tirebolu’ya kadar uzanan bölgeyi hâkimiyetinde bulundurduğunu nakletmektedir”71. Bu tarihten itibaren Hacı Emiroğulları ile ilgili bilgiye rastlanılmazken, topraklarının 1427 yılında Osmanlı Devleti’ne katılmış olduğu anlaşılmaktadır.72

“Hacı Emiroğulları’nın Doğu Karadeniz bölgesinin Türk yurdu haline gelmesindeki rolü; daha kuruluş devrinden itibaren Ordu ve doğusundaki topraklarda Hristiyanlar aleyhine büyük bir nüfus boşluğu oluşturmaları, boşalan araziye başta Çepniler olmak üzere Türk nüfusu iskân ettirerek hiçbir karışıma yer vermeyen bir nüfus siyaseti takip etmeleridir”.73

Osmanlılar yöreyi topraklarına kattıktan sonra Hacıemiroğulları Beyliği’nin idari iç teşkilatlanmasını pek değiştirmemiştir. Dış teşkilatlanmada ise, 1455–1613 yılları arasında Bolaman Irmağı ve Aksu Irmağı’nı sınır olarak belirleyip bölgeyi üç kazaya bölmüştür. Bolaman Irmağı’nın batı tarafında kalan bölüm Canik Sancağı’na katılmıştır. Bahsedilen iki ırmağın arası Vilayet-i Bayramlı, Aksu ırmağının doğusunda kalan kısım ise Vilayet-i Çepni (Çepni ili, Çepni memleketi) olarak adlandırılmıştır.74 

Çepniler 14.yüzyıldan itibaren bu yöreye gelip orayı yurt edinmişlerdir. Bu yurtları Kuzey Karadeniz’e kadar ulaşmıştır. Çepniler Kürtün’den hareket ederek Hurşit vadisi yolu ile Karadeniz’e erişmişler ve bu vadinin iki yanındaki toprakları yurt edinmişlerdir.

Doğu Karadeniz bölgesine yaylalardan geçitlerden ve Harşit vadisinden inen Türkmenlerin olduğunu belirten Osman Turan da Şarki Karadeniz bölgesine yaylalardan geçitlerden ve Harşit vadisinden inen Türkmenler mevcut olmakla beraber bu havali daha ziyade Samsun’dan itibaren sahili takip eden Oğuz Çepni boyu tarafından Türkleştirilmiş, Canik bölgesine adını veren Hıristiyan Çan kavmide kaybolmuştur. 91

14.Yüzyılın ilk yarısında Yukarı Kelkit vadisinde de kalabalık bir Çepni kümesinin yaşadığı ve bu Çepniler’in 1348 yılında Erzincan hakimi Ahi Ayna Bey, Bayburt Valisi Mehmed  Akkoyunlu Tur Ali Bey, Doğu Suriye Türkmen reislerinden Bozdoğan Bey’in Trabzon’a düzenledikleri sefere katıldıkları ve şehri üç gün kuşattıktan sonra alamayarak geri döndükleri görülmektedir.91

14.Yüzyılın ortalarına doğru ise Çepniler’in kuzeye doğru ilerleyerek Harşit çayı çevresinde yurt tuttukları kışlaklarını yukarı Harşit’te kurmuş oldukları görülüyor.91

Osmanlı Döneminde Çepniler

Trabzon şehrinin 1461’de Osmanlı Hanedanı Sultan II. Mehmet (Fatih) tarafından ele geçirilmesiyle tüm bölge için yeni bir dönem başlar. Fatih Sultan Mehmet, Trabzon’a gelirken “Erzincan ovasına bir günlük yürüyüş mesafesinden daha yakın bir mevkideki Yassı-Çemen adındaki yaylada kamp kurdu”.75

“Osmanlılar 1461 yılında geldikleri esnada pek muhtemel olarak Görele, Tirebolu ve Giresun kaleleri Trabzon Rum İmparatoru’nun kumandanları tarafından idare ediliyor, buna karşılık Kürtün-Dereli-Giresun-Tirebolu-Eynesil arasındaki geniş kırlık kesim de Çepni beylerinin ellerinde bulunuyordu”.76

Fatih Sultan Mehmet Yassı-Çemen yaylasından Trabzon’a doğru hareket ettiğinde bilinen yolları kullanmayıp, Kelkit’e geldiğinde orduyu ikiye bölmüştür. Kendisi bölgeye doğudan ilerlerken, veziri Mahmut Paşa da batıdan ilerlemiştir. Ancak bu dağlık arazide ilerlemek hiç kolay olmamıştır. Bilinmeyen yollar üzerinden yapılan bu çetin ilerleyiş bölgede yaklaşık 100 yıldır yerleşik olarak yaşayan ve bu dağları çok iyi bilen Çepni kılavuzlar rehberliğinde yapılabilmiştir.

Buradan anlaşıldığına göre, Osmanlılar bölgeye gelince Çepniler onlara yakınlık göstermiş ve Trabzon’un Türkler tarafından alınmasına yardımcı olmuşlardır. “Fetih sırasında feodal Çepni beyleri, Osmanlılara yardım ettiklerinden bunlara zeamet ve tımar gibi dirlikler verilmiş, halkın büyük kısmı müsellem olarak hizmete alınmış, cami ve zaviyelerde görevlendirilerek vergiden muaf olmuştur. Bu faaliyetler, Çepniler’in yarı göçebeliğini ve zaman zaman çevreye akınlar düzenlemelerini engelleyerek onları toprağa bağlı Osmanlı tebaası haline getirmiştir”.77

Faruk Sümer, Çepniler’den az bir kısmının vergi verdiğini ve bu verginin hepsine yakınını da alaybeyi, subaşı ve sipahi olan kendi beylerine ödediklerini belirtmektedir.78

1486 tarihine ait ve günümüze kadar ulaşmış en eski defter Çepniler’e aittir ve “Çepni Eli” olarak geçen bir bölümü mevcuttur ve burada tımar sahipleri ve ödedikleri vergiler belirtilmiştir.79 

XV.Yüzyıldaki Bizans müverrihlerinden Halkakondil Trabzon’un doğusundan Amasra’ya kadar bütün Karadeniz kıyılarında Çepniler’in oturduğunu bildiriyor”.80

XV.Yüzyılın ikinci yarısında tamamen yerleşik hayata geçen Çepniler köylerde oturmaktadırlar. Bu bölgedeki köyler arasında hiçbir Hıristiyan köyü yoktur. Hıristiyanlar kıyılardaki Giresun, Tirebolu ve Görele kalelerinde yaşamaktadırlar. Bu yüzyılda köylerde oturan Çepniler’in darı ektikleri, bal istihsal ettikleri, meyve yetiştirdikleri, köylerin çoğunda doğan, şahin, atmaca yuvalarının bulunduğu, palazlanan yavruların satılması suretiyle gelir elde edildiği ve bu gelirlerden devlete vergi ödendiği, ilk zamanlarda köylerde koyun bulunmadığı, ancak sonraları birçok köyün koyun vergisi de ödediği otuz yıl sonra buğday ekilmeye başlandığı verilen bilgiler arasındadır.81

1515 yılına ait Başbakanlık Arşivi’nde Trabzon Sancağı defteri, numara 52 “Vilâyet-i Çepni Der Liva-i Trabzon” adıyla bulunmaktadır ve bu defterdeki kayıtlar Sümer tarafından incelenerek yayınlanmıştır.

Çepniler’in yoğun olarak yaşadıkları Trabzon’un batı ve güneybatı yöresindeki dağlara “Çepni Dağları” denildiğini belirtmiştir. Çepniler bu bölgede yoğun olarak yaşamaya devam ederken nüfusları da artmaktadır. Ayriyeten tamamına yakını vergiden muaf olan Çepniler’in bu ayrıcalığı kaldırılarak “raiyyet” sınıfına geçirilmişler ve onlardan da vergi alınmaya başlanmıştır. Ancak dirlikler (tımar ve zeametler) Çepni beylerinin aileleri ve onların hizmetlerinde bulunmuş sipahilerin ellerinde kalmıştır.

“XVIII. Yüzyılda uğranılan büyük mağlubiyetler sonucunda devlet otoritesi son derecede zayıfladığı için yörelerin idaresi oraların yerlisi olan güçlü şahısların ellerine geçer. Devlet ilk önce “mütegallibe” ve “derebeyi” deyip bunları tanımamışsa da sonra “âyân” adını vererek varlıklarını kabul etmiştir”.82

“Ayan; halk ile hükümet arasındaki işlerde aracılık yapan ve asayişin sağlanması, vergilerin alınması, askerin toplanması ve eğitilip gönderilmesi, yiyecek ve donatım eşyasının bulunması gibi işler gören o yerin ileri gelenleri idi. Ayanı kasaba halkı seçerdi ve hükümet bu seçime karışmazdı. Vali de seçilene “ayanlık buyrultusu” verirdi”.83

Böylece bölgede “Ayanlar Devri” başlamış olup bu dönem Cumhuriyet’in ilanına kadar sürecektir. Bu dönemde “ayan” adı verilen bölgedeki güçlü şahısların birbirleriyle olan güç mücadeleleri hâkimdir.

Bunun sonucunda halk da belli kişilerin etrafında kümeleşmeye başlamış, hatta büyük-küçük birçok çeteler askeri güç olarak ortaya çıkmıştır. Bu dönemde çıkan çatışmalar bölge içinde kan davası ve husumete neden olmuş ve sonucunda da ailelerinin toplu olarak yer değiştirdikleri görülmüştür.

Ayanlar arasında zaman zaman mücadeleler başlayınca Trabzon’un batısı ve Giresun civarlarındaki Çepniler’den Of, Sürmene ve Rize’ye yerleşenler oldu. Bunun sonucunda Sürmene kazasının batısında Çepniler olduğu gibi, Of’un ileri gelenleri de kendilerini Çepni kabul etmekte idiler84.

Rize yöresindeki Kara Dere ile diğer üç nahiye Çepniler ile meskûndur. Ünlü haydut Çepni Ali, Rize Çepniler’inden olup en sonunda başına 300 kişi toplayarak Rus harbine katılmıştır. Şimdi dahi Rize yöresindeki köyleri ziyaret edenler Çepni adının hala bu köylerde unutulmadığını görürler”85.

1732 yılında “Çepniler’in Esbiye madenlerinde çalışan işçiler ile başkalarının yollarını keserek soygunculuk yaptıklarını ve 1744 tarihinde de adı geçen madene hücum ettiklerini”86 kaynaklarda görüyoruz.

Mahmut Goloğlu ise Trabzon Tarihi adlı eserinde,83Laz-Çepni çatışmasının asıl sebebinin ayanlar olduğunu, on sekizinci yüzyılın ilk yarısında şehir kasaba ve köylerde halka baskı yaparak devlet otoritesini kıran ve derebeyi durumuna gelen birbirlerini çekemeyip aralarındaki yarışmayı silahlı çatışma derecesine çeviren ayanlardan bazılarının Trabzon bölgesinde bulunduğunu ve Trabzon’un doğusundaki bu tür ayanların Lazlar’a batısındakilerin de Çepniler’e dayandırdıklarını her ikisi de  aynı boyun çocukları olan bu iki zümreyi birbirine karşı kullandıklarını belirtiyor ve bunun sona erdirilişini şöyle anlatıyor;91

“Lazlarla Çepniler arasındaki geçimsizlik oldukça eski idi. Gerek Çepni gerekse Laz ağaları  bölgelerinde bağımsız gibi yaşarlardı. Onlardan yana olanlar da ağalarından başka devlet adamı ve ağa konaklarından başka  hükümet dairesi tanımazlardı. Derebeylerinin özel askeri birlikleri bile vardı. Meselâ Tirebolu’daki bir derebeyi, silahlı adamlarını Trabzon Hükümeti’nin gözü önünde şehirden geçirip Rize’de Tuzcuzade ya da Lazistan’da  Pansazade  ailelerine karşı savaşa götürürdü. Ağaların hükümet gözündeki değerleri, bu çatışmalardaki başarı derecelerine göre idi. Gücünü ispatlayan ağayı hükümet kendine kazanmak ister ve ona mesela (kapıcıbaşılık) gibi rütbe ve görevler verilirdi”. 91

İşte Trabzon bu durumda iken, yaklaşık olarak 1738’de Çeteci Abdullah Paşa Trabzon Valiliği’ne getirildi. Trabzon’a gelir gelmez Laz-Çepni mücadelesine el koydu ve kısa sürede taraflar arasındaki çatışmayı bastırdı. 91

Yavuz  Selim devrinde yazılmış Trabzon Sancağı Tahrir defterinde “1515–1516” Çepniler’in yoğun bir şekilde yaşadığı yer “Vilayet-i Çepni” (Çeni yöresi-Çepni yurdu) olarak gösterilmiştir.

Faruk Sümer, defterdeki yer adlarından hareket ederek bu bölgenin Giresun-Torul ve Görele arasındaki saha olduğunu ve bilhassa Kürtün’ün tamamen Çepniler’le meskün olduğunu, Trabzon-Torul ve Şalpazarı Vakfıkebir bölgesinde de Çepniler’in yaşadığını belirtiyor.

Mehmet Aşıki memleketi hakkında güzel bilgiler verirken batı ve güney taraflarının Çepni Türkleri ile meskûn olduğunu ve bu sebeple bu havalideki dağlara “Çepni Dağları” denildiğini henüz basılmamış olan “Menazır’ül Avalim”adlı eserinde yazar.

Fetihten sonra bu bölgedeki dirliklerin tamamına yakını Çepni beylerine ve onların oğullarına verilmiştir. Beylerin bu nüfusunun daha sonraki devirlerde de devam ettiği görülür.

16.Yüzyılın başlarında tamamı Türk köylerinden oluşan, savaş zamanında atı ve silahı ile savaşa katılan, buna karşılık her türlü  vergiden muaf olarak toprağını ekip-biçen köylü atlı asker olan Trabzon Çepniler’inin daha sonra-Anadolu’nun pek çok yöresinde olduğu gibi-müsellemliklerine son verilip “raiyet” yani vergi veren köylü durumuna düşürüldükleri görülmektedir.

Faruk Sümer’e göre bunun sebebi; devletin bu esnada (1515) geniş ölçüde askere ihtiyaç duymasıyla ilgilidir. Fakat bereket versin dirlikler yani tımar ve zeametler eskiden olduğu gibi Çepni Bey aileleri ile onların hizmetlerinde bulunmuş sipahilerin ellerinde kalmıştır. Bu değişim bunu takip eden yıllarda da devam etmiştir. Bu uygulamada aynı dönemde Safevilerin Şeyh Cüneyd’le  başlayan oğlu Haydar ve torunu İsmail ile devam eden hatta uzantıları günümüze kadar gelen Anadolu üzerindeki emellerinin önemli payı olmalıdır. Anadolu üzerinde uygulanan devlet politikasının da rol oynadığını söylemek mümkündür.

18.Yüzyılda uğranılan büyük mağlubiyetler sonucunda devlet otoritesi son derecede zayıfladığı için yörelerin idaresi oraların yerlisi olan güçlü şahısların ellerine geçer.

Devlet ilk önce “mütegalibe” ve “derebeyi” deyip bunları tanımamışsa da sonra ayan adını vererek varlıklarını kabul etmiştir. Böylece Türkiye’nin çok bölgelerinde olduğu gibi Karadeniz kıyılarındaki şehir ve kalelerde de ayanlar ortaya çıktı. Bu ayanların bazıları veya çoğu Çepniler’den idi. Batı’daki ayanlardan ve Tirebolu, Görele  ve Vakfıkebir derebeyleri ile Trabzon’un doğu yörelerindeki derebeyler arasında kesin ve sürekli mücadeleler vuku bulmuştur. Bu mücadeleler sonucu da kalabalık Çepni toplulukları Sürmene, Of ve Rize yörelerine yerleştiler.

Bu yerleşmeler, yerleştikleri  yörelerden başka yerlere kayda değer göçlerin yapılmasına sebep oldu.

Geçen yüzyılda Sürmene kazasının sağ tarafındaki köylerde Çepniler oturuyor ve vakit vakit komşularını rahatsız ediyorlardı. Bu yüzyılda Of’un ileri gelenlerinin kendilerini Çepniler’den saydıkları bildiriliyor.

Rize yöresindeki Karadere ile diğer üç nahiye Çepniler ile meskûndur. Ünlü haydut Çepni Ali, Rize Çepniler’inden olup en sonunda 300 kişi toplayarak Rus Harbi’ne katılmıştır. Şimdi dahi Rize yöresindeki köyleri ziyaret edenler Çepni adının hala bu köylerde unutulmadığını görürler.

Görülüyor ki, on sekizinci yüzyılda Trabzon’un batısındaki Çepniler’le doğusundaki Lazlar arasında uzun süren kavgalar olmuş. 1738’de Çeteci Abdullah Paşa’nın Trabzon valisi olmasına kadar da bu kavgalar devam etmiştir. Çeteleri bastırmaktaki ustalığından ötürü kendisine “Çeteci” lakabı verilen Abdullah Paşa, Trabzon’a gelir gelmez Laz-Çepni meselesine el koymuş ve kısa sürede taraflar arasındaki çatışmayı sona erdirmiştir.

Bu ayanlar halk ile hükümet arasındaki işlerde bir nevi aracılık yapar; asayişin sağlanması, vergilerin alınması, askerlerin toplanarak eğitilmesi, yiyecek ve donatımın tamamlanarak gönderilmesi gibi işleri yürütürlerdi. Yukarıdaki açıklamalar  bunların daha sonra bir nevi derebeyi durumuna geldiğini ve birbirleriyle kavgaya tutuştuklarını göstermektedir.

Bugüne kadar yapılan araştırmalarda  Çepniler’le ilgili benzer olayları konu alan birçok vesikaya rastlanmıştır. Bunların biri de Görele’deki  Çepniler’in yerlerini bırakıp kara ve deniz yollarını kullanarak Trabzon-Giresun arasındaki bölgede halkın malına ve canına zarar verdikleri belirtildikten sonra, bunların tekrar eski yerlerine gönderilmelerini, bu tür davranışlarına son verilmesini, suçluların da cezalandırılmasını emreden 1145 (1732) tarihli fermandır. Görele’deki  bu Çepniler 1732’de Espiye madeni civarında yerleştiler ve sonra tekrar eski yerlerine döndürüldüler.87

Çeşitli Türk boylarıyla birlikte Receplü Avşarı’na bağlı Çepniler de Arap eşkiyasına karşı bölgeyi korumak  ve ziraatle uğraşmak üzere 1720 de padişah emri ile Harran Ovası’na yerleştirilmişlerdir.

Trabzon’da Hıristiyan sipahiler ve onlara tabi olanlar da Anadolu’nun muhtelif yerlerine sürülerek yerlerine Tokat, Samsun, Bafra, Çorum, Amasya gibi bölgelerden getirilen ahaliler yerleştirilmiştir.

Cumhuriyet döneminde yapılan bazı çalışmalarda  da konumuzla ilgili bilgilere rastlanılmıştır. Bunların birincisi araştırma alanımızdaki köy sayısıyla ilgilidir. Vakfıkebir’de (Trabzon) yirmi dokuz Çepni köyü vardır. Çepniler’in işgal ettiği mıntıka Akhisar Deresi’nden başlar ve garba doğru uzanır.

Batı Anadolu’da İzmir, İzmit, Adapazarı ve Balıkesir’e gitmelerine rağmen en yoğun olarak yerleştikleri, yaklaşık 700 yıldan beri varlıklarını devam ettirdikleri ve kültür mirasını en iyi muhafaza ettikleri bölge Doğu Karadeniz bölgesi ve bu bölgede de Asar/Ağasar/Akhisar yöresi olmuştur.

Çepniler’in Dinsel Kimliği

Çepniler, Anadolu’nun çeşitli yörelerine yerleşmiş bir Türk boyudur. Tam olarak ne zaman Anadolu’ya geldikleri belli olmamakla birlikte günümüzde Doğu Karadeniz’de Şalpazarı–Ağasar, Görele, Eynesil, Tirebolu; Ege’de Balıkesir, Aydın, Manisa, İzmir yörelerinde; Akdeniz’de Adana dolaylarında; İç Anadolu’da Sivas, Yozgat dolaylarında; Marmara’da İzmit, Bursa ve Bolu dolaylarında Çepni yerleşimleri görülmektedir. Bu Çepniler’in günümüzdeki bu yerleşimlere nasıl sahip olduğu konusu çok derin bir konu olmakla birlikte çok meşakkatli bir araştırmanın sonucunda kısmen de olsa ortaya konulabilir; İlk defa Sinop’ta görülen ve Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yerleşik olarak yaklaşık 600–700 yıl yaşayan Çepniler Sünni’dirler. Bu bölge haricinde kalan Çepni yerleşimlerinin çok büyük bir kısmı “Alevi”dirler. “Hacı Bektaş Veli Vilayetname’sinde, H. Bektaş Veli’nin müritlerinin Çepniler olduğu anlatılır”.88

“İkinci Mehmet Han Trabzon tigresini ülkesine kattıktan sonra ovadan yüz bin Çepni Türkü geldi. Trabzon tigresine yerleşti. Bu Çepniler, ilk önce Türkeli’nden (Türkistandan), İran toprağına göçmüş, Kızılbaşlığı öğrenmiştir. Bunlar, İran’da tek durmamış, uslu oturmamış ve bundan ötürü Hanları, bunları elinde istememiş. Bunlarda, Anadolu’ya geçmişler.

Anadolu’ya geçen Çepniler’den yüz bin kişi daha çoğu Giresun, Tirebolu, Görele, Büyük Liman’da bulunmak üzere, Trabzon tigresine  yerleşmiş. Bir takımı da batıya doğru yürümüştür.

Balıkesir, İzmir yanlarına yayılmış, İzmit’tekiler yerli Türklere karışmış, Çepnilik’ten  çıkmış ancak, Balıkesir İzmir tigresindeki Çepniler, Çepnilikleri’ni korumuştur.

Trabzon tigresinde, pek çok hoca yetişmiş, derebeyleri Sünni olmuş, onlarda diğerlerini zamanla Sünni yapmış ve Kızılbaşlık kalmamıştır. Ancak Giresun’un, Tirebolu’nun Görele’nin  yüksek köylerinde, Kürtün’de bugün bile Kızılbaşlık göze çarparmış.

Faruk Sümer’in konuya bakışı bunlardan farklıdır. O da, Çepniler ve diğer Türk boyları arasında Alevi olanların olabileceğini kabul eder. Hatta Kanuni’nin Nahcivan seferinden akçelik ve daha fazla gelir getiren dirliklerin kapı-kullarına verilmesinin kanun haline geldiğini, bunun Türk sipahilerinin terakki imkânını ortadan kaldırdığını, ancak kapı-kulları ve oğulları tarafından doldurulamayan dirliklerin verilmesinde Anadolu Çepniler’inin diğer bütün kavmi unsurlara tercih edildiğini ve özellikle Laz, Tat, Şartlı gibi unsurların askeri hizmetlere kabul edilmediklerini, ayrıca Kızılbaş oldukları için Çepniler’in askere  alınmalarının yasaklandığını ve evvelce alınmış olanların da çıkarılmasının emredildiğini kaydeder. Ama bu Çepniler’in Trabzon Çepniler’i olamayacağı kanaatindedir;

“16. ve daha sonraki yüzyıllarda dahi gerek Çepniler arasında, gerek komşuları olan Türkler arasında Alevi inancını taşıyanlar bulunabilirler. Fakat Ömer, Osman, Bekir isimleri onlardan pek çoğunun Sünni olduğuna asla şüphe bırakmıyor. Diğer taraftan az yukarıda belirtildiği üzere 5–10 haneli Çepni köylerinde camiler bulunuyor ve camilerinin imam, hatip, müezzin muhansıl gibi vazifelileri görülüyor, fakirlere ve müderrislere de sık sık rast geliniyor. Kısaca onlar asla kara cahil  bir topluluk değildir. Çünkü din adamlarından müteşekkil aydınları var.  15. yüzyılın ikinci yarısı ile 16.yüzyılın birinci yarısında Aşık’ın dediği gibi “bidin” (dinsiz) insanlar değil, bilakis dindar topluluklardır. Bir taraftan Osmanlı’nın Anadolu’nun her tarafında yaptığı gibi, tımarlarını ellerinden kendi  kullarına  ve kuloğullarına (=yani devşirme zümresine mensup olanlara) vermeleri yüzünden aralarında Alevilik belki az daha yayılmış olabilir”.

Çepniler’in Alevi sayılmasının başka nedenleri de vardır. Onların Safevi Şeyhi Cüneyd ve onun torunu ve Safevi Devleti’nin kurucusu olan Şah İsmail’e  olan yakınlıkları bilinmektedir. 14.yüzyılda Azerbeycan’ın Erdebil şehrinde, Safeyeddin, Şafii ülkelerine göre kurulan Safevi  tarikatının başına geçemeyince, Anadolu’ya gelen ve burada başka Halep Türkmenleri, Dulkadirli ve Üçoklu  oymaklarının hemen hemen tamamı olmak üzere, diğer Türkmenlerin de birçoğunu kendisine mürid yapan Şeyh Cüneyd’in bu müridleri arasında Çepniler olduğu gibi, Anadolu’dan topladığı Türkiye’li göçebe ve köylü müritleri ile İran’a giden ve Akkoyunlular’ı yenerek 1501 yılında Safevi Devleti’ni kuran torunu Şah İsmail’in de yanında Çepniler vardır.

Şah İsmail’in Safevi Devleti’ni kurmasından sonra Anadolu’dan   İran’a göç eden Türkler arasında Çepniler vardır ve bunların büyük bir kısmı veya tamamı Doğu Karadeniz Çepnileri’dir.

Çepniler’in İran’dan çıkarıldıktan ve Doğu Karadeniz Bölgesi’ne geldikten sonra burada  Tirebolu, Görele ve Vakfıkebir yörelerine yerleştikleri ve sayılarının da 100.000 civarında olduğu rivayet edilmektedir.

Osmanlı Turanda da bu bölgede Çepniler’in önceleri Alevi olduklarını sonra Sünnileştiklerini belirtiyor.

DİPNOTLAR;

 45 Atalay, B. 1986, Divanu Lugat-it-Türk Tercümesi III, Ankara.

46 Gülay, Abdullah, 2001, Ağasar Çepni Kültürü, Geyikli Belediyesi Kültür Yayınları, Ayyıldız Matbaacılık, İstanbul.

47 Sümer, Faruk, Tirebolu Tarihi, Tirebolu Kültür ve Yardımlaşma Derneği, İstanbul.

48 Togan, A.Z.V., 1972, Oğuz Destanı, İstanbul.

49 Çelik, Ali, 1998, Trabzon ve Çepniler, Trabzon Tarihi Sempozyumu Bildirileri,

50 Çelik, Ali, 1998, Trabzon ve Çepniler, Trabzon Tarihi Sempozyumu Bildirileri,

51 Gülay, Abdullah, 2001, Ağasar Çepni Kültürü, Geyikli Belediyesi Kültür Yayınları, Ayyıldız Matbaacılık, İstanbul.

52 Gülay, Abdullah, 2001, Ağasar Çepni Kültürü, Geyikli Belediyesi Kültür Yayınları, Ayyıldız Matbaacılık, İstanbul.

53 Goloğlu, Mahmut, 2000, Trabzon Tarihi Fetihten Kurtuluşa Kadar, Serander Yayıncılık, Trabzon.

54 Köprülü, Fuad, 1925, Oğuz Etnolojisine Dair Tarihi Notlar, Ankara.

55 Gülay, Abdullah, 2001, Ağasar Çepni Kültürü, Geyikli Belediyesi Kültür Yayınları, Ayyıldız Matbaacılık, İstanbul.

56 Brehier, Louis, 1977, The Life and Death of Byzantium, nşr. M. Vaughan, New York.

57 Vryonis, Speros, 1971, The Decline of Medieval Hellenism in Asia Minor and the Process of Islamization from the Eleventh through the Fifteen Century, London.

58 Çelik, Ali, 1998, Trabzon ve Çepniler, Trabzon Tarihi Sempozyumu Bildirileri,

59 İbn-i Bibi, 1996, El Evamirü’l-Ala’iye fi’l-Umuri’l-Ala’iye I-II, nşr. M. Öztürk, Ankara.

60 Sümer, Faruk, Tirebolu Tarihi, Tirebolu Kültür ve Yardımlaşma Derneği, İstanbul.

61 Sümer, Faruk, Tirebolu Tarihi, Tirebolu Kültür ve Yardımlaşma Derneği, İstanbul.

62 Demir, Necati, 2005, Hacıemiroğulları Beyliği ve Karadeniz Bölgesi’ndeki İskan Hareketleri, Orta Karadeniz Sempozyumu 7 -11 Eylül 2005, Samsun.

63 Demir, Necati, 2005, Hacıemiroğulları Beyliği ve Karadeniz Bölgesi’ndeki İskan Hareketleri, Orta Karadeniz Sempozyumu 7 -11 Eylül 2005, Samsun.

64 Yediyıldız, Bahaeddin, 2005, Ordu İli Tarihçesi, Orta Karadeniz Sempozyumu 7-11 Eylül 2005, Samsun.

65 Demir, Necati, 2005, Hacıemiroğulları Beyliği ve Karadeniz Bölgesi’ndeki İskan Hareketleri, Orta Karadeniz Sempozyumu 7 -11 Eylül 2005, Samsun.

66 Sümer, Faruk, Tirebolu Tarihi, Tirebolu Kültür ve Yardımlaşma Derneği, İstanbul.

67 Demir, Necati, 2005, Hacıemiroğulları Beyliği ve Karadeniz Bölgesi’ndeki İskan Hareketleri, Orta Karadeniz Sempozyumu 7 -11 Eylül 2005, Samsun.

68 Hahanov, A., 2004, Panaret’in Trabzon Tarihi, Eser Ofset Matbacılık, Trabzon.

69 Hahanov, A., 2004, Panaret’in Trabzon Tarihi, Eser Ofset Matbacılık, Trabzon.

70 Sümer, Faruk, Tirebolu Tarihi, Tirebolu Kültür ve Yardımlaşma Derneği, İstanbul.

71 Tellioğlu, İbrahim, 2004, Doğu Karadeniz’de Türkler, Serander Yayınevi, Trabzon.

72 Demir, Necati, 2005, Hacıemiroğulları Beyliği ve Karadeniz Bölgesi’ndeki İskan Hareketleri, Orta Karadeniz Sempozyumu 7 -11 Eylül 2005, Samsun.

73 Tellioğlu, İbrahim, 2004, Doğu Karadeniz’de Türkler, Serander Yayınevi, Trabzon.

74 Demir, Necati, 2005, Hacıemiroğulları Beyliği ve Karadeniz Bölgesi’ndeki İskan Hareketleri, Orta Karadeniz Sempozyumu 7 -11 Eylül 2005, Samsun.

75 İnan, Kenan, 1998, Trabzon’un Fethi, Trabzon Tarihi Sempozyumu Bildirileri, 6–8 Kasım 1998, Trabzon Belediyesi Kültür Yayınları, Trabzon.

76 Sümer, Faruk, Tirebolu Tarihi, Tirebolu Kültür ve Yardımlaşma Derneği, İstanbul.

 77 Albayrak, Haşim, 2003, Tarih Boyunca Doğu Karadeniz’de Etnik Yapılanmalar ve Pontus, Babıâli Kitaplığı, İstanbul.

78 Sümer, Faruk, Tirebolu Tarihi, Tirebolu Kültür ve Yardımlaşma Derneği, İstanbul.

79 Sümer, Faruk, Tirebolu Tarihi, Tirebolu Kültür ve Yardımlaşma Derneği, İstanbul.

80 Sümer, Faruk, Çepniler, İstanbul.

81 Çelik, Ali, 1998, Trabzon ve Çepniler, Trabzon Tarihi Sempozyumu Bildirileri,

82 Çelik, Ali, 1998, Trabzon ve Çepniler, Trabzon Tarihi Sempozyumu Bildirileri,

83 Goloğlu, Mahmut, 2000, Trabzon Tarihi Fetihten Kurtuluşa Kadar, Serander Yayıncılık, Trabzon.

84 Albayrak, Haşim, 2003, Tarih Boyunca Doğu Karadeniz’de Etnik Yapılanmalar ve Pontus, Babıâli Kitaplığı, İstanbul.

85 Çelik, Ali, 1998, Trabzon ve Çepniler, Trabzon Tarihi Sempozyumu Bildirileri,

86 Sümer, Faruk, Tirebolu Tarihi, Tirebolu Kültür ve Yardımlaşma Derneği, İstanbul.

87 Halaçoğlu Yusuf, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskan Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Ank. 1991, s. 131.

88 Gülay, Abdullah, 2001, Ağasar Çepni Kültürü, Geyikli Belediyesi Kültür Yayınları, Ayyıldız Matbaacılık, İstanbul.

89 Kafesoğlu, İbrahim, 1988, Türk Milli Kültürü, İstanbul. 179.

90 Şevket, Şakir, 2001, Trabzon Tarihi, Trabzon Belediyesi Kültür Yayınları, Trabzon.

91 Çelik, Ali, 1998, Trabzon ve Çepniler, Trabzon Tarihi Sempozyumu Bildirileri,

Karadeniz Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Ali Çelik’e özellikle teşekkür ediyorum. Kendisi, yaklaşımı ve yönlendirmeleriyle bizi onore etmiş, kitabın yazılmasında manevi olarak desteğini esirgememiştir.

KAYNAK : http://www.kandazogullari.com/?page_id=43

Karakalpak Türkleri (Terekemeler)

Terekeme veya diğer bir değişle Karapapaklar Oğuz Türklerinden olup ülkemizde birçok şehre yerleşmiş bulunmaktadırlar. Ayrıca Azerbaycan ve İran’da yoğun olmak üzere, Ermenistan ile Özbekistan ve diğer Türk Cumhuriyetleri ile Avrupa’nın çeşitli kentlerinde yaşamaktadırlar.

Bu konuda en önemli araştırmacılardan Ziya Gökalp “Türkçülüğün Esasları”, Sayfa: 20-24 de aşağıdaki tespiti yapmıştır :

Türkçülük ile Turancılığın ayırımlarını anlamak için Türk ve Turan topluluklarının sınırlarını belirlemek gerekir. Türk, bir milletin adıdır. Millet kendine özgü bir kültürü olan bir topluluk demektir. Öyleyse Türk’ün yalnız bir dili, bir kültürü olabilir.

Oysa Türk’ün kimi kolları, Anadolu Türklerinden ayrı bir dil, ayrı bir kültür yaratmaya çalışıyorlar. Diğer Türk illeri birer ayrı dil, ayrı edebiyat ve ayrı kültür oluşturmaya çalışırlarsa, Türk Milleti’nin sınırları daha daralmış olur.

Bugün kültürce birleşmesi kolay olan Türkler, özellikle Oğuz Türkleri, yani Türkmenlerdir. Türkiye Türkleri gibi Azerbaycan, İran ve Harizm ülkelerinin Türkmenleri de Oğuz uyruğundandır. Bunun için Türkçülükteki yakın ülkümüz Oğuz birliği, yani Türkmen birliği olmalıdır. Bu birlikten amacımız nedir? Siyasal bir birlik mi? Şimdilik hayır! Gelecekle ilgili bugünden bir yargıya varamayız. Fakat bugünkü ülkümüz, Oğuzlar’ın yalnız kültürce birleşmesidir.

Oğuz Türkleri bugün dört ülkede yayılmış olmakla birlikte tümü birbirine yakındırlar. Dört ülkedeki Türkmen illerinin adlarını karşılaştırırsak, görürüz ki birinde bulunan bir ilin ya da boyun öbürlerinde de kolları vardır.

Örneğin Harizm’de Tekeler ile Sarılar’ı ve Karakalpaklar’ı görüyoruz. Yurdumuzda Tekeler, bir sancak oluşturacak kadar çoktur, dahası bir bölümü bir zamanlar Rumeli’ye yerleştirilmiştir. Türkiye’de sarılar özellikle Rumkale’de otururlar. Karakalpaklar ise Karapapak ve Terekeme adını alarak Sivas, Kars ve Azerbaycan yörelerine yerleşmişlerdir.

Borçalı-Kazak boyundan gelen Karapapak Türkleri, Kıpçak Kuman, Bulgar ve Hazar Türklerinin Ön-Asya’daki koludur. Borçalı ve Kazak diye iki kola ayrılırlar. Kafkasya’da ve yakın bölgelerde dağınık bir vaziyette yaşayan Karapapak Türklerine, siyah astragan kalpak giydikleri için komşuları bu adı vermişlerdir. Terekeme terimi Arapça Ter-kaime’den gelmekte olup manası Mekke’yi terk edenler demektir. İddiaya göre Karapapaklar 4. Yüzyıl’da Kazakistan’dan Arap Yarımadası’na göç etmişler ve 6. Yüzyıl’da Arap’larla yaşadıkları sorunlar yüzünden Kafkasya’ya göç etmişler.

Tarihsel Bilgi

Çıldır ve Ardahan’daki Karapapaklar (veya Terekemeler) önceden Kuzey Azerbaycan’da, Kazah Şemsettin Khanate’nin Kazah ve Borçalı bölgelerindeki Debed ve Borçalı nehirleri boyunca yaşarlardı. 1828 yılında imzalanan Türkmençay Anlaşması’ndan sonra bir bölümü Kars’a ve bir bölümü de İran Azerbayca’ının Sulduz bölgesine, Ushnu’nun doğusuna göç etti. Bir başka kayda göre, Terekemeler Hazar denizi kıyısında, Gamri Uzun’dan Derbent’e uzanan ovada yaşarlardı.

90-100 hanelik bir Terekeme grubu, 1904 yılında Türkiye’ye yerleşmek için başvuruda bulundu. Bir kısmı o zaman Rusların elinde bulundurduğu Kars’a, bir kısmı Ağrı, Tutak ve Eleşkirt’e geldi; diğerleri Adana’ya (orada halen bir Terekeme köyü vardır), geri kalanlar ise 1914 yılında Malazgirt’ten Sivas’ın Tutmaç, Büyükköy ve Kurdoğlu köylerine göç ettiler. Fakat, daha önce, 1877’de, Sivas’ta en az bir Terekeme köyü bulunmaktaydı.

Diğerleri ise 1921’de Rusların çekilmesiyle Kars’a geldiler; bunlar Gümrü Antlaşmasıyla gerçekleşen nüfus mübadelesiyle Akbaba, Tiflis, Borça ve Kazah bölgelerinden göç ettiler.

Söz konusu isimsel farklılığın nedeni, Rusların, kısmen Kafkasya ve kısmen de İran’dan gelip eski Aleksandropol bölgesine, Akhaltsike’ye ve şimdiki Gürcistan’daki Akhalkalaki’ye yerleşenleri tanımlamak için “Karapapaklar” terimini kullanmış olmalarına dayanabilir, oysa Akbaba Terekeme’lerinden ayırt edilmeleri için bunlar genel olarak Gürcistan Terekemeleri olarak adlandırılmaktadırlar.

VON HELLWALD’ın (1878:99) kaydettiğine göre, Rus işgalinden önce Osmanlı topraklarında 105 köyde 29.000 Terekeme & Karapapak yaşıyordu.
Aşağıdaki bilgiler. Dr. Orhan Yeniaras’ın “Karapapak ve Terekemelerin Siyasi ve Kültür Tarihine Giriş” kitabından alınmıştır. Buradan Karapapaklar ile ilgili aşağıdaki tarihsel bilgiyi ediniyoruz.

Borçalı ve Kazakların Kür Boylarına Gelmesi 

Sevgili okurlar simdi sizinle zaman içinde bir yolculuk yaparak M.S. II yüzyıla gidelim. Cebelitarık’tan Fırat’a kadar geniş bir alana Roma imparatorluğu hükmetmektedir. Doğuda Kür ve Aras boylarından batıda Fırat’a kadar olan bölgeye ise Arsaklilar hakimdir. Roma ve Iran ile siyasal ilişkileri olan Arsaklilar devletini Iskitler’in Horasan kolundan gelen Arsak isimli bir başbuğun yönetimindeki boy ve oymaklar kurmuştur. Bodun bazında teşkilatlanan arsaklilar Eski Gök dini ve Samani geleneklerini korumakla beraber bu yeni yurtlarında Hıristiyanlıkla tanıştılar.
Simdi biraz daha doğuya iç Asya’ya doğru gidelim. Mete’nin (Mo-Tun) kurduğu Asya Hun siyasal birliği parçalanmış, Hunların doğu kanadı Çin egemenliğine girmişti. Çiçi batıda Talas boylarında yerleşik düzene geçmeye çalışıyordu.

Gerek yerleşikliği gerekse Çin egemenliğini kabul etmeyen özgürlük ve bağımsızlıklarına düşkün kimi Hun boy ve Uruglari ise batıya doğru hareket etmeye başladılar. Asya Hunları’nın sahneden çekilmesi ile Çin Denizi’nden Kafkaslar’a kadar geniş alanda büyük bir otorite boşluğu belirmişti.

Bir taraftan göç hareketlerinin yerleşikler üzerinde yapmış oldukları tahribat diğer taraftan ise kendilerine yeni yurt bulmak isteyenlerle, yurtlarını korumak isteyenler arasındaki kanlı mücadeleler bozkırda yasamı güçleştiriyordu.

İşte bu bunalımlı yıllarda kuzeyden Kafkaslar’ı aşarak Kür Irmağı boylarına iki yeni Türk boyu geldi. “Borçalı” ve “Kazaklı” olarak anılan bu boylar, bugün Terekeme olarak bilinen Türklerin atalarıdır. At sürüleri (Yılkı) ve koyun besiciliği yapan bu boylar siyah astragan kalpak giydiklerinden komşuları tarafından “Karapapaklar” diye anılmaya başlandılar. Kür boylarındaki egemenliklerini pekiştirmek isteyen Karapapaklar Tiflis, Nahcivan, Karabag, Loru, Ahir- kelek, Gence ve Sirvan dolaylarında yurt tuttular.

Bulundukları bölgede bir çok yer ve akarsu, dağ ve ovalara kendi adlarını verdiler. Bugün Gümrü’nün kuzeydoğusundan çıkarak Kür’e karışan Borçalı Çayı ile Pembek dağından çıkarak Arasa karışan ”Kazak Çayı” isimleri ile bu yılların hatırasını taşırlar.

Karapapaklar komşuları Arsaklilarla dostça geçinemezlerdi. Zaman zaman sınırı geçerek komşularına yağma akınları düzenlerlerdi. Dede Korkut hikayelerinden bazıları konularını bu iki Türk toplumu arasındaki savaşlardan almıştır. Örneğin “Salur Kazan” hikayesinin bas kahramanı Ulas oğlu Salur Kazan Arsakli hükümdar sülalesindendir. Arsaklilarla Karapapaklar arasında izleyebildiğimiz ilk savaş M.S. 200 yılında cereyan etmiştir. Karapapaklar Surhan isimlik bir başbuğun idaresinde Kür Irmağını geçerek Arsakli ülkesini yağmaladılar. Durumu öğrenen Arsak hükümdarı Ulas onları takip ederek Derbent Geçidi’nde (Demirkapı) yakaladı. Bu iki Türk toplumu arasında yapılan çetin ve kanlı savaşta Karapapaklar, büyük kayıplar vermelerine karsın Arsak hükümdarı, Ulas’ı da okla vurarak öldürdüler. Karapapaklar üslerine dönerken hükümdarları ölen Arsaklilar da onları takip edemediler.

Tarihin akışı içerisinde Karapapaklarla Arsaklilar arasındaki ikinci büyük savaş M.S. 300 yılında gerçekleşti. Karapapak birlikleri Aras’i geçerek, Karabag, Mus, Erzurum ve Ahlat’a kadar Arsakli topraklarını istila etmişlerdi. Bunun üzerine Arsakli hükümdarı Tridat’in yönettiği ordularla Karapapaklar Karkarli (Gogarli) ovasında karsılaştılar. Her iki tarafın da çok kayıplar verdiği bu savaşta Arsakli komutanlarından “Ardovazd” ile Karapapak başbuğu savaş alanında öldüler. Bundan sonra Karapapaklar işgal ettikleri Arsakli topraklarını terk ederek Erzurum’a (Garin) kadar çekilmek zorunda kaldılar.

Karkarli Savaşından sonra da Arasakli ve Karapapak ilişkilerinde kalıcı bir dostluk gelişmedi. Zaman zaman taraflar birbirlerine çok pahalıya mal olan yağma akınları düzenlediler. Her iki taraf içinde son derece yıpratıcı olan bu akınların hızı, bölgede Hıristiyanlığın yayılmaya başlaması üzerine azalmaya başladı.”

Dil

Esas olarak Karapapakça (Azeri diline yakın Batı (Oğuz) dillerinden biri). Türkiye’de bu dil hâlâ güçlü görüldüğü kadarıyla asimilasyona uğrayıp Doğu Anadolu lehçelerine karışmıştır.

Din

Din İslamdır ve yoğun olarak Karapaklar Hanbeli mezhebindendir yani Sünni’dir. Ülkemizde alevi Terekemeler’in olduğu da bilinir. Doç. Dr. İbrahim ARSLANOĞLU’nun ÇUBUK YÖRESİ ALEVÎ OCAKLARI VE KURUCULARI isimli tezinde bu konuda şöyle bir tespit mevcuttur :

Kalender Veli, erik yiyen babasının boğazında bu eriğin kalması üzerine köy çayına koşar ve suyu elindeki selesine katarak dökmeden getirir ve kerametini gösterir. Köyün eski adı Çevlik Ağzı iken bu olaydan sonra zamanla Sele olarak değişmiştir (a.g.e:61-62).

Yine rivayete göre Kalender Veli, zaman ve mekanı aşarak Mekke’ye gidip orada cuma namazını kıldırmıştır. Gerek Çavundur ve gerekse Kargın aşiretlerinin imamı olarak kendisini kabul ettirmiş, onları görüp gözetlemiş, sorunlarını akıl ve mantık çerçevesinde çözmüştür. Ayrıca Kalender Veli, Doğu Anadolu’daki Terekeme Türkleri’nin de piridir. Zamanla Kalender Veli evlâtları tarafından görülüp gözetilmedikleri için bu bağ kopmuştur. Günümüzde Terekeme Türkleri’nin oynadıkları Kalender Barı, vaktiyle pirleri Kalender Veli’yi karşılamak için oynadıkları oyundan kalmıştır (a.g.e:63,71,72.).

Anadolu’nun Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında Kalender Veli’nin büyük katkısı olmuştur. Bu yardımlarından dolayı, (günümüzde Cücük Çiftliği olarak bilinen) Cücük ve Taşpınar köyleri civarını 4. Kılıçarslan fermanla ona vermiştir (a.g.e:98-99).

Dağılım

Karapapaklar, Türkiye’nin Ağrı, Akyaka, Ankara, Ardahan, Arpaçay, Çıldır, Digor, Iğdır, İstanbul, İzmir, Kars, Kağızman, Muş, Susuz, Selim, Sarıkamış, Sivas, Azerbaycan’ın Sulduz bölgesi, Ermenistan’ın Ağbaba bölgesi, İran Devleti kuzey bölgesi, Türk Cumhuriyetlerinde ve Avrupada dağınık şekilde yaşamaktadırlar.

Özellikle Ardahan’ın Çıldır ilçesinde yoğunlaşmaktadır; Çıldırlıların söylediklerine bakılırsa tüm köyler Karapapak ya da Terekemedir; en yoğun şeklinde bulundukları ikinci yer Arpaçay ilçesidir. Orada köy nüfusunun yarıdan fazlasını oluşturmuşlardır. Ayrıca Kars merkez ve Selim, Kağızman ilçelerinde bulunurlar. Kavkazskiy Kalender’e (1910) s. 546, bakılırsa, o zamanlar 99 Karapapak köyü vardır ve bunların 63’ü Kars yöresinde, 29’u Ardahan’da ve 7’si Kağızman’daydı.

Rusların 1877’de Kars’ı işgal etmelerinden sonra, içlere doğru çekilen Karapapaklar Sivas, Tokat ve Zile’de köyler oluşturmuşlardır. Bunlardan biri olan Acıyurt, 1877’de hali hazırda Karapapak nüfusuna sahiptir. Ayrıca Kayseri’de iki köyün (Pınarbaşı ve Sarız) Karapapak nüfusuna sahip olduğu kaydedilmiştir.

Çıldır ve Arpaçay’daki Karapapak ve Terekemeler, sığırtmacılarını ve çobanlarını Çıldır’ Gölü’nün batı ve doğusundaki yaylalara gönderirler; fakat diğer köylüler evlerinde kalırlar. (SÖZER 1972)

İlk Türklerden itibaren Terekeme Tarihi

Oğuzlar, Oğuz Boyu

Bugün; Türkiye, Balkanlar, Âzerbaycan, İran, Irak ve Türkmenistan’da yaşayan Türklerin ataları olan büyük bir Türk boyu. Oğuzlara, Türkmenler de denir.

Oğuz kelimesinin türeyişiyle ilgili çeşitli fikirler ileri sürülmüştür. Kelimenin boy, kabile mânâsına gelen “Ok” ve çokluk eki olan “z”nin birleşmesinden “Ok-uz” (oklar, koylar) anlamında olduğu ileri sürüldüğü gibi, oyrat (haşarı, yaramaz) kelimesinin eş anlamlısı olduğunu iddiâ edenler de vardır. Ancak kelime, Anadolu ağızlarında “halim selim, ağırbaşlı” mânâlarına da kullanılmaktadır. Arap kaynaklarında ise “guz” veya “uz” şeklinde geçmektedir.

İlk zamanlar Üçok ve Bozok adlarıyla iki ana kola ayrılmış olan Oğuzlar, daha sonraki devirlerde, Dokuz Oğuz, Altı Oğuz, Üç Oğuz adlarında boylara da ayrıldılar. Oğuzlar, yirmi dört boydan meydana gelmişti. Bunlardan on ikisi Bozok, on ikisi Üçok koluna bağlıydı. Tarihçiler, hazırladıkları cetvellerde Oğuz boylarının adlarını, sembollerini ve ongunlarını (armalarını) göstermişlerdir. Buna göre, Bozoklar; Kayı, Bayat, Alka Evli, Kara Evli, Yazır, Dodurga, Döğer, Yaparlu, Afşar, Begdili, Kızık, Kargın; Üçoklar ise; Bayındır, Peçenek, Çavuldur, Çepnî, Salur, Eymur, Ala Yundlu, Yüreğir, İğdir, Büğdüz, Yıva, Kınık boylarına ayrılmışlardı. Bugün Türkiye’de yirmi dört Oğuz boyuna ait işaret ve yer adlarına çok rastlanmaktadır.

Oğuz adına ilk defa Yenisey Kitabelerinde rastlanmaktadır. Barlık Irmağı yöresinde bulunan bu kitabelerde; “Altı Oğuz budunda” sözü yer almaktadır. Öz Yiğen Alp Turan adlı bir beye ait olan bu kitabelerin yazıldığı devirde, Oğuzlar, Göktürklerin hakimiyeti altında altı boy hâlinde Barlık Irmağı kıyılarında yaşamakta idiler.

Altıncı yüzyıldan itibaren Göktürklerin idaresinde toplanan Türk kabilelerinden bir kısmı gibi Oğuzlar da kendi aralarında birlik kurarak Tula-Selenga ırmakları bölgesinde Dokuz-Oğuz Kağanlığını meydana getirdiler. Göktürk kağanlığının, Kutlug Şad (İlteriş Kağan) tarafından 682’de ikinci defa kurulmasından sonra, Göktürkler, hâkimiyetlerini kabul etmeyen Oğuzlar üzerine yürüdüler. Tula Irmağı kıyısında yapılan kanlı bir savaşta, Oğuzlar yenildiler. Fakat, Göktürklerin hâkimiyetini kabul etmediler. İlteriş Kağan, Oğuzlar üzerine birçok sefer düzenledi ve Baz Kağanı öldürdü. Oğuzların merkezi Ötüken ve çevresini ele geçirdi. Bu yenilgi karşısında İlteriş Kağan’ın hâkimiyetini kabul etmek zorunda kalan Oğuzlar, Göktürklerin Kırgız seferine katıldılar. Göktürk hakanlarından Bilge Kağan zamanında isyan ettiler. Bir sene içinde bir kaç defa harbe giren Oğuzlar; yenilerek, geri çekildiler. Daha sonra Dokuz-Tatarlar ile ittifak kurarak Göktürklerle mücadele ettilerse de yine bozguna uğrayarak, Çin taraflarına göç ettiler. Bir müddet sonra tekrar eski yurtlarına döndüler. Bu mücadelelerde zayıflayan Göktürkler, 745’te Uygurlar tarafından yıkıldı. Bu esnada Uygurlara yardım eden Oğuzlar, Uygur Devletinin dayandığı başlıca boylardan biri oldu. Uygurlarla birlikte Basmıl ve Karluklar’a karşı savaştılar. Fakat zaman zaman Uygurlara karşı da isyan etmekten geri durmadılar. Eski müttefikleri Dokuz-Tatarlar ile birleşerek Uygur Kağanı Moyunçur’a karşı cephe aldılar. Zaman zaman Çin’e gittiler. Daha sonra Çin’den çıkarak eski yurtlarına döndüler. Uygur Devletinin yıkılması üzerine batıya göçerek Sir Derya (Seyhun) kıyılarına ve onun kuzeyindeki bozkırlara yerleştiler. Onuncu yüzyılda, göçebe hayatı yanında, yerleşik bir hayat sürmeye de başladılar. Göçebe Oğuzlar, daha ziyade koyun, at, deve, sığır yetiştiriciliği ve ticaretle uğraşıyorlardı. Yerleşik Oğuzlar ise, Sabran (Karacuk), Suğnak, Karnak, Sütkent gibi şehirlerde oturuyorlardı. Onuncu asırda henüz Müslüman olmamış olan Oğuzlar, inanışları gereği bir takım ibadet ve âyinleri yerine getiriyorlardı. Ancak yaşayış bakımından İslâmiyet’e uygun tarafları vardı. Soy temizliğine ehemmiyet verirlerdi. Bilhassa zina gibi suçların cezası ölümdü.

Onuncu asrın başlarında Oğuzlar, Mâverâünnehir çevresinde yerleşip, Yabgu denilen hükümdarın idare ettiği bir devlet kurdular. Devlet ve millet işlerinin bir mecliste istişare edildiği ve subaşı denilen ordu kumandanı, Yabgu’nun vekili ve nâibi olan tegin, İnal ve Tarkan unvanlarını taşıyan memurlar vardı. Oğuzların bu sıradaki başşehirleri, Sir Derya kıyısındaki Yeni Kent idi. Yabgu Devleti zamanında Oğuzlar, Üçok ve Bozok diye iki kısma ayrılmışlardı.

Onuncu asrın sonlarında İslâm dînini kabul ederek iyice güçlenen Oğuzlar, komşuları Peçenekler ve Hazarlar ile savaşlar yaparak onları yendiler. Fakat 11. yüzyılın ortalarında, Oğuzların İslâm dînini kabul etmemiş olan bir kısmı, Kıpçaklar’ın baskısıyla yurtlarını terk ederek Karadeniz’in kuzeyinden Tuna boylarına, oradan da Balkanlara indiler. İslâm dînine girmedikleri için etraflarını saran Hıristiyan devletlerin baskısıyla kısa zamanda benliklerini kaybederek, örf, an’ane ve geleneklerini unuttular. Eriyip, yok oldular. Geri kalanları da Bizans hizmetine girdiler. 1071’de yapılan Malazgirt Meydan Muharebesi’ne Bizanslıların yanında katıldılar. Fakat çok geçmeden Selçuklular tarafına geçtiler.

İslâm dînini kabul eden Selçuk Bey’in idaresindeki Oğuz boyları ise, Oğuz Yabgu Devleti hükümdarının, kendilerine kötülük yapacağından çekinerek, yurtlarından ayrılıp İslâm diyarı olan Horasan taraflarına gittiler. Mâverâünnehir’de kalan diğer Oğuz boyları da, Kıpçakların hücum ve baskıları sonunda dağıldılar. Böylece Oğuzlar Devleti yıkıldı. Yerlerinde kalan Oğuzlar ise Karaçuk dağları bölgesinde, Mangışlak’da ve Seyhun Nehri kıyılarında yerleştiler. Daha sonra Karahıtayların ve Karlukların baskısı netîcesinde, Horasan’a gelip Selçuklulara tâbi oldular.

Selçuk’un büyük oğlu Arslan İsrâil, Horasan’da hâkimiyet kurup, diğer Oğuz boylarını idaresi altında topladı. Daha sonraları, Tuğrul ve Çağrı Beyler idaresindeki Selçuklular, Sâmânoğulları ile ittifak kurarak, Karahanlılar’a ve Gazneliler’e karşı mücadele ettiler. Selçukluların başarılı idareleri sebebiyle pek çok Oğuz boyu onların hâkimiyetinde toplandı. Birçokları yerleşik hayata geçti.

Selçuklu Devletinin kurulmasında esas rolü oynayan Oğuzlar ve diğer Oğuz boyları, 11. yüzyılın ikinci yarısından itibaren akın akın İran, Irak, Anadolu ve Suriye’ye doğru yayıldılar. Selçuklu Devletinin sınırlarını Ceyhun Nehrinden Akdeniz’e kadar genişlettiler. İslâmiyet’i kabul etmeden önce dünyevî maksatlar ve kuru cihangirlik için çalışan, harp eden ve soylarının temizliğiyle tanınan Oğuzlar, İslâm dînini kabul ettikten sonra, Allahü teâlânın yüce dîni olan İslâmiyet’i yaymaya gayret ettiler. Gittikleri yerlerde doğruluğun, adaletin, ilmin ve medeniyetin savunuculuğunu yaptılar. İnsanlara hizmet etmek, ilmin ve medeniyetin yayılmasını sağlamak için pek çok cami, medrese, kervansaray, hamam ve köprü yaptırdılar. Büyük Selçuklu, Türkiye Selçukluları, Akkoyunlular, Salgurlular, Artukoğulları, Karamanoğulları, Ramazan oğulları, Dulkadiroğulları ve Osmanlı devletlerini kurarak İslâm dîninin yayılmasına hizmet ettiler. İslâmiyet’in ve Müslümanların yok edilmesi için çalışan Haçlılara karşı parlak zaferler kazandılar. İslâmiyet’e, ilme ve adalete karşı olan ortaçağ Avrupa’sına pek çok yenilikleri götürdüler. Dokuz yüz sene boyunca, kurdukları devletlerin sınırları içinde yaşayan bütün unsurlara karşı İslâm dîninin emirleri doğrultusunda hareket ederek, hizmet ettiler. Bugün Türkiye, Âzerbaycan, İran, Türkmenistan, Afganistan, Irak ve Suriye’de yaşayan Türkler, Oğuzların neslindendir.

Oğuz teşkilâtı, yirmi dört boyun çıkardığı sülâleler ve meşhûr şahsiyetleri:

Boz-Oklar: Dış Oğuzlar da denip, Sağ kolu teşkil ederler. (Bkz. Oğuz Kağan Destanı)

  1. Gün-Alp/Gün-Han: Sembolü şâhin. Oğulları: a) Kayıg/Kayı-Han: “Sağlam, berk” mânâsındadır. Üç kıta ve yedi denize altı yüz yıldan fazla hâkim olan Osmanlı sülâlesi bu boydandır. Kayı Boyundan Ertuğrul Gâzi ve her biri birer müstesnâ şahsiyete sâhip, çoğu dâhî, cihangir, kumandan, şâir ve sanatkâr olan Osmanlı sultanları, Kayı Han neslinin kıymetini göstermeye kâfidir. b) Bayat: “Devletli, nîmeti bol” mânâsındadır. Maraş ve çevresine hâkim olan Dulkadiroğulları, İran’da Kaçarlar, Horasan’da Kara Bayatlar, Maku ve Doğubeyazıt hanları, Kerkük Türkmenlerinin çoğu, bu boydandır. Dede Korkut kitabını 1480’de Hicaz’da yazan Tebrizli Hasan ve meşhûr şâir Fuzûlî bu boydandır. c) Alka-Bölük/Alka-Evli: “Nereye varsa başarı gösterir” mânâsındadır. Türkiye ve Âzerbaycan’daki Alaca, Alacalılar adı taşıyan yerler bu boyun hatırasıdır. d) Kara-Bölük/Kara-Evli: “Kara otağlı (çadırlı)” mânâsındadır. Karalar ve karalı gibi coğrafî yer adları bunlardan kalmadır.
  2. Ay-Alp/Ay-Han: Sembolü kartal. Oğulları: a) Yazgur/Yazır: “Çok ülkeye hâkim” mânâsındadır. Ab-Yabgu devrindeki Yenibent Yabguları, Batı Türkistan’daki Cend Emirleri, Kara-Daş denilen Horasan Yazırları, Ahıska’dan aşağı Kür boyundaki Azgur-Et (Azgur Yurdu) Kalesi, Kürmanç Kürtlerinin Azan Boyu, Toroslardaki Gündüzoğulları Hanedanı bu boydandır. b) Tokar/Töker/Döğer: “Dürüp toplar” mânâsındadır. Yenikentli Vezir Ayıdur, Harput-Diyarbakır-Mardin hâkimleri, Artuklular, Sincar-Siverek, Suruç arasında hâkim eski Caber Beyleri, Memluklar devrinde Halep Döğeriyle Hama Döğerleri, bugünkü Mardin-Urfa arasında yirmi dört oymaklı Kürt Döğerleri, Hazar Denizi doğusundaki Saka Boyu Takharlar; Şavşat’taki Ören kale, To-Kharis ve Malatya’nın Tokharis bucağı, Dağıstan’daki Digor ve Kars ve Arpaçay sağındaki Digor kazası bu boydan hatıradır. c) Totırka/Dodurga/Dödürge: “Ülke almak ve hanlık yapmak” mânâsındadır. Sivas doğusundaki Tödürgeler bu boydandır. d) Yaparlı: “Misk kokulu” mânâsındadır. Zaza Çarekliler ve misk ticareti yapan Yaparı Oymağı bu boydandır. Yaparı Oymağının Akkoyunlu ve Giraylı camilerinin mihrap duvar harcına bu güzel ıtriyattan kattıklarından hâlâ hoş kokmaktadır. Diyarbakır ve Kırım’da hatıraları vardır.
  3. Yıldız-Alp/Yıldız Han: Sembolü tavşancıl. Oğulları: a) Avşar/Afşar: “Çevik ve vahşî hayvan avına hevesli” mânâsındadır. Hazistan Beyleri, Konya’daki Karamanoğulları, İran’daki Avşarlı Nâdir Şah ve hanedanı, Ürmiye ve Horasan Afşarları bu boydandır. b) Kızık: “Yasakta pek ciddi ve kuvvetli” mânâsındadır. Gaziantep, Halep ve Ankara çevresindeki Kızıklar, Doğu Gürcistan’da ve Şirvan batısındaki ovaya Kızık adını verenler bu boydandır. c) Beğdili: “Ulular gibi aziz” mânâsındadır. Harezmşahlar, Bozok/Yozgat-Raka/Halep çevresindeki Beğdililer, Kürmanç Badılları bu boydandır. d) Karkın/Kargın, “Taşkın ve doyurucu” mânâsındadır. Akkoyunlu-Dulkadiroğlu ve Halep-Hatay bölgesindeki Kargunlar, Doğu Anadolu ve Âzerbaycan’daki ilkbaharda eriyen karların suları ile kopan sel ve su kabarmasına da Kargın/Korkhun denilmesi bu boyun adındandır.

Üç-Oklar: İç Oğuzlar da denilip, sol kolu teşkil ederler.

  1. Gök-Alp/Gök Han: Sembolü sungur. Oğulları: a) Bayundur/Bayındır: “Her zaman nîmetle dolu yer” mânâsındadır. Akkoyunlular sülâlesi, İzmir’den Âzerbaycan’daki Gence’ye kadar Bayındır adlı yerler bu boydan gelir. b) Beçene/Beçenek/Peçenek: “İyi çalışkan, gayretli” mânâsındadır. Karadeniz kuzeyi ile Balkan Yarımadasına göçen ve 1071 Malazgirt ile 1176 Miryokefalon Meydan Muhârebelerinde Bizanslılardan ayrılarak Selçuklular safına geçen Peçenekler, Dicle Kürmançlarının iki ana kolundan güneydeki Beçene Kolu, Ankara-Çukurova Halep bölgelerindeki Türkmen oymaklarından Peçenekler bu boydandır. c) Çavuldur/Çavındır: “Ünlü, şerefli, cavlı” mânâsındadır. Türkmenistan’da Mangışlak Çavuldurları, Çorum çevresindeki Çavuldur ve Anadolu’daki Çavdar Türkmen oymakları, Erzurum ve çevresindeki Çoğundur adlı köyler bu boyun adından gelmektedir. d) Çepni: “Düşmanı nerede görse savaşıp hemen çarpan, vuran ve hızlı savaşan” mânâsındadır. Rize-Sinop arasındaki çok usta demirci Çepniler ve Çebiler, Kırşehir, Manisa-Balıkesir çevresindeki ve Kars ile Van bölgelerinde Türkmen Oymağı Çepniler bulunmaktadır.
  2. Dağ-Alp/Dağ Han: Sembolü uçkuş. Oğulları: a) Salgur/Salur: “Vardığı yerde kılıç ve çomağı ile iş görür” mânâsındadır. Kars ve Erzurum hâkimi Salur Kazan Han Sülâlesi, Sivas-Kayseri hükümdarı âlim ve şair Kadı Burhâneddin Ahmed ve Devleti, Fars Atabegleri, Salgurlular, Horasan’daki Teke-Yomurt ve Sarık adlı Türkmenlerin çoğu bu boydandır. b) Eymür/Imır/İmir: “Pek iyi ve zengin” mânâsındadır. Akkoyunlu, Dulkadirli ve Halep Türkmenleri içindeki Eymürlü/İmirlü oymakları, Çıldır ve Tiflis’teki iyi halıcı ve keçeci Terekeme Oymağı bu boydandır. c) Ala-Yontlup/Ala-Yundlu: “Alaca atlı, hayvanları iyi” mânâsındadır. Yonca kelimesi bu boyun hatırasıdır. d) Yüregir/Üregir: “Daima iyi iş ve düzen kurucu” mânâsındadır. Orta Toros ve Çukurova Üç-Oklu Türkmenlerinin çoğu, Adana’daki Ramazanoğulları bu boydandır.
  3. Deniz Alp/Deniz Han: Sembolü çakır. Oğulları: a) Iğdır/Yiğdir/İğdir: “Yiğitlik, büyüklük” mânâsındadır. İçel’in Bozdoğanlı Oymağı, Anadolu’da yüzlerce yer adı bırakan İğdirler, İran’da büyük Kaşkay-Eli içindeki İğdirler ve Iğdır adı, bu boyun hâtırasıdır. b) Beğduz/Bügdüz/Böğdüz: “Herkese tevâzu gösterir ve hizmet eder mânâsındadır. Dicle Kürtleri ilbeği olup, Hazret-i Peygamber’e elçi giden (622-623 yılları arasında Medîne’ye varan), Bogduz-Aman Hanedanı temsilcisi ve Kürmanç’ın iki ana kolundan Bokhlular/Botanlar, Yenikent-Yabgularından onuncu yüzyıldaki Şahmelik’in Atabegi Kuzulu, Halep Türkmenlerinden Büğdüzler bu boydandır. c) Yıva/Iva: “Derecesi hepsinden üstün” mânâsındadır. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşâh (1072-1092) devrinde Suriye ve Filistin’i feth eden Atsız Beğ, 12. yüzyılda Hemedân batısında Cebel bölgesi hâkimleri Berçemeoğulları, Haçlıları Halep çevresinde yenen Yaruk Beg, Güney-Âzerbaycan’daki Kaçarlu-Yıva Oymağı bu boydandır. Ankara’da çok makbul yuva kavunu bu boyun yerleştiği ve adları ile anılan köylerde yetişir. d) Kınık: “Her yerde aziz, muhterem” mânâsındadır. Büyük ve Anadolu Selçuklu devletleri, Orta Toroslardaki Üçoklu Türkmenler, Halep-Ankara ve Aydın’daki Kınık Oymakları bu boydandır.

KAYNAK : http://terekemeler.com/tarihce/