Hamidiye Alayları’ndaki Türk Dışı Unsurlar ve Karakalpak Türkleri Arasındaki Farklar

Hamidiye Alayları girişimi Osmanlı Devleti’nin 1878 can çekişme krizini geçici olarak atlatmasından sonra, devletin yeni bir bunalıma girmemesi için önlem alınması gerektiğinin farkına varıldığı dönemde başlamıştır. Kısacası, ömrünün sonuna gelmiş olan Osmanlı, kafasına silah dayamış ve sadece tetiği çekmeye karar verip vermeme durumunda kalmıştır.
Makalemizde göreceksiniz ki, Osmanlı devletinin can çekiştiği ve Kafkasya’yı, Artvin’i, Kars’ı ve Karapapak Türklerinin yoğun yaşadığı coğrafyaları Ruslara savaş tazminatı olarak terk etmesinden sonra “belki tekrar ayağı kalkarım” ümidiyle Türk dışı unsurlara verdiği taviz ve bu tavizlerin getirdiği son noktayı görme fırsatı bulacaksınız.

Karapapak Türkleri Ağrı merkezi (o dönemde Karaköse Köyü) ve ilçelerine 93 harbinden sonra değil daha önceleri gelmiş, oraya yerleşmiş ve oraları yurt edinmiştir. Sanıldığının aksine Karakalpak Türkleri Ağrı ili ve ilçelerine Hamidiye Alayları vasıtasıyla gelmemiştir. Orada zaten vardırlar. Kafkasya’da en yoğun olan Türk boyu ise Karapapak Türkleridir. Keza makalemizin içerisine Hamidiye Alaylarının 53 maddelik kuruluş kanununun bazı maddelerini sırf bunun için yerleştirdik ki, “Benim dedemin sayesinde geldiniz” gibi akıl almaz zırvalıkları da bertaraf etmek için. Böyle diyen şahıslara şunu söylemek lazımdır: “Osmanlı devletinde o kadar mareşal, general, amiral öldü mü ki, senin deden yada dedelerin kendi kafasına göre yer versin yurt tayin etsin !”
1926 Yılında Vilayetin Doğubeyazıt’tan Ağrı’ya taşınmasının en belirgin sebebi de Karaköse Köyü ve çevresindeki yerleşim yerlerinde yoğunluğun Karapapak Türkleri olmasıdır. Yoksa M.Kemal Atatürk neden Karaköse Köyünü vilayet yapsın ki? Aslında sorulması gereken soru da bu olmalıdır, tabiki başka sebepler vardır ama en belirgin ve göze çarpan özellik burada yoğun yaşayan halkın Karapapak (Karakalpak) Türklerinden oluşmasıdır.
Haaa ! Bu arada “Ben Osmanlı Torunuyum” diyen bir Karapapak Türk’ü görürseniz umursamayın! Keza O, 93 harbinde Osmanlı’nın Karapapak Türklerini Rusların ve kan düşmanı Ermenilerin katliamına terk ettiğinin farkında bile değildir! Yine O, Enver Paşa’nın Türkçülüğü en iyi benimsemiş Karapapak Türklerinden oluşan Kafkas İslam ordusundan da haberi yoktur. Olsaydı şayet, şunu da düşünürdü “Kafkas İslam ordusunun bel kemiğini oluşturan Karapapak Türklerinin Kurtuluş savaşında ve öncesinde kati surette Atatürk’e destek verdiğinden” de haberi olurdu.

Gelelim Vaktiyle üç kıtaya hükmetmiş ama Türkleri Etrak-ı bi’drak (Akılsız Türk) olarak nitelendiren Osmanlı İmparatorluğunun durumuna;
Osmanlı’nın Balkan Devletleri’ne karşı dayanağı olan üçte ikisi İslam’ı kabul etmiş olan Arnavutlardı. Osmanlı askeri müdahalenin zor olduğu dağlık bölgelerde yaşayan bu halkı direk devlete bağlamaktansa kendi koşulları altında özerklik tanıdı, buna karşılık ihtiyaç olduğunda devletin emrine kolayca giriyorlardı. Bu tür özerklik uygulaması benzer coğrafyaya sahip, Arapların Cebeli Lübnan’ında ve Türkmenlerle Kürtlerin yoğun olduğu Doğu Anadolu’da da uygulanmıştır. Doğu Anadolu’da tarih boyunca Osmanlı’nın sorunu olan İran’a karşı da Kürt ve Arap Aşiretleri’ni kullanmıştır.
1878 yenilgisinin ardından imzalanan Berlin Anlaşması’nın 61. Maddesine yerleştirilen hüküm Avrupa’nın bu bölgeye de müdahalesini gündeme getirdi: “Bâbıâli, Ermenilerin meskûn oldukları eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin güvenliğini Çerkes ve Kürtlere karşı korumayı taahhüt eder.” Osmanlı’nın bütün vilayetlerinde devlet görevlilerinden ve aşiretlerin yasadışı uygulamalarından şikâyetçi olanlar vardı, ancak Berlin Anlaşması’nda bunun milliyetçi bir nitelikte yerleştirilmesi ön yargının bir göstergesidir. Çerkezlerle Azerbaycan Türklerine Rusların yaptıklarından hiç bahsetmiyorlardı.
Avrupa devletlerinin baskısıyla, işgal ettiği İstanbul’u ve Balkanlar’ı geri vermek zorunda kalan Çarlık, Orta Asya’dan Hindistan’a, Kafkaslar üzerinden de Basra Körfezi’ne inme planları oluşturuyordu. Bunun için Ermenileri kullanmaya yöneldi ve bu amaçla Ermenilere silah ve para yardımı yapmaya başladı. Böylece, Balkanlar’dakine benzer ayrılıkçı akımların Anadolu’da ortaya çıkmasına sebep oldu. Irak’ın Arap aşiretlerini kendisine bağlamış olan İngiltere de Rusya’yı engellemek amacıyla, Ermeniler gibi Kürt aşiretleri arasında da yandaş aramaya hız verdi. İngilizler Ermenilerin yanı sıra Araplara ve Kürlere de para ve silah vererek onları yanına çekmeye çalışıyordu.
Abdülhamit’in karşı taktiği, İslami dayanışmayı ön plana getirerek özerk yaşayan aşiretleri devletin resmi birliklerine dönüştürerek örgütlemekti. Aynı zamanda, bu eski özerk yaşamlarından çıkarılıp devlet kurallarına tam bağımlı hale getirilmesinin de ilk adımını oluşturmaktaydı. 1890’da Ermeni kiliselerinde yapılan araştırmalar sonucunda bulunan silahlar işin ciddiyetini ve acilen önlem alınması gerekliliğini ortaya koymuştu. Çözüm önerisi Erzincan’daki 4. Ordu Kumandanı Müşir Zeki Paşa’dan geldi. Karşıtlarının çok olmasına rağmen kabul edildi, çünkü Abdülhamit İngiltere’ye göre daha dostça davrandığı Rusya’nın da Ermeni ihtilalci kurumlara yardım ettiğini biliyordu. Bunda Abdülhamit’in “Rusya’ya karşı bir harpte, disiplinli birlikler halinde toplanmış olan aşiretler bize çok hizmet yapabilirler; birliklerde öğrenecekleri itaat duygusu da onlar için iyi olacaktır.” görüşü de önemliydi. Vilayeti Sitte’de belli başlı aşiretleri Hamidiye Süvari Alayları şeklinde düzenlediler. Bu isim ile onlarda, doğrudan Sultan ile bağlantıda oldukları inancını pekiştirerek bağlılıklarına kutsal bir nitelik hedefi güttüğü belliydi. Bölgede yüzyıllardan beri ayrı ve karşıt gruplar halinde yaşamış aşiretleri karıştırarak bir askeri düzen oluşturmak tabii ki mümkün değildi. Ayrıca askeri işlere bulaştırmadan aşiret reislerini memnun etmek gerektiğinden alay ve bölük komutanları askeri meslekten, diğer subaylar -binbaşı, kolağası gibi- aşiretin ileri gelenlerinden seçilecekti. Bunlardan devlete sadık olanlar, irade-i seniye ile Miralay rütbesine atanacak ancak yanlarında yardımcı olarak bir “nizami subay” bulundurma mecburiyeti olacaktı. Böylece birliklerin yönetimi her zaman devletin kontrolünde olacaktı.

Hamidiye Alayları kurulduktan bir sene sonra 1891’de 53 maddelik Hamidiye Alayları Nizamnamesi oluşturuldu. Bu nizamnameden birkaç madde:
1.Madde: ”Memleketin yabancıların düşmanlıkları ve saldırılardan korunması için düzenlenmesi gereken heyeti askeriyenin oluşumu, o memleket ahalisinin genel nüfusuna ait bir yükümlülük cümlesindendir. Bu yükümlülükten ahalinin bir kısmının ayrı tutulmasının genel kuvvetin eksikliğine sebep olacağı da malumdur. Bu meşru (şer’an caiz) kaidenin Memaliki Şahane’de yürürlükte tutulmasına bağlı olarak Osmanlı umum kuvvetinin artması ve çoğaltılması, özel durumları sebebiyle şimdiye kadar tamamiyle askeri düzen altında olarak askeri hizmette bulunmayan ve cündilik (ata binicilik) ile ünlü ve bunu huy edinmiş oldukları halde çadırda oturan aşiret fertlerinden yeni baştan Asakari Hamidiye yüce namıyla süvari Aşiret Alayları kurulması, Halife Hazretlerinin yüce buyruğudur.”
19.Madde: ”Hamidiye Süvari Alayları askerleri Türkmen, Karakalpak (Karapapak), Kürt ve Arap aşiretlerinden olacağından, bu kavimlere mensup olanlardan her birinin elbisesinin mensup olduğu kabilenin geleneksel giysilerinin şekil ve kıyafetlerine uygun olması gereklidir. Üzerlerinde diğer halklardan farklı olacak şekilde alayın ismi ve numarası yazılı bir alameti farika bulundurulacaktır.”
Son Madde: ”Aşiretlerin Hamidiye Alayları’na dâhil olmayanları da Askere Alma Kanunu’na tabi olup hiçbir şekilde bunların genel kuvvetten hariç kalmalarına izin verilmeyecek ve gerektiğinde zor ve şiddet kullanılarak askere alınmalarına son derece itina olunacaktır.”

Başlangıçta alay sayısı 50 kadarken 1908’de 65’i buldu. Nizamnameye göre her alay 4-6 bölükten oluşacak, her alayda en az 512, en çok 1152 savaşçı bulunacaktı. Büyük aşiretlerin birden fazla alay kurma hakkı varken küçük aşiretler ise birkaç bölük kurma hakkına sahipti. Buna karşılık alayları birleştirme ve eğitim için bir araya getirme yasaktı. Birleşmeye sadece hükümetin ya da ordu kumandanının güdümünde ve savaş alanında izin verilmişti. Her alaydan bir çocuk İstanbul’da süvari mektebinde eğitime tabi tutularak mülazım rütbesini alınca memleketine dönecekti. Her alaydan iki çavuş da ordu merkezinde eğitim görecekti. Sultan Abdülhamit bu vasıtayla İstanbul’a davet ettiği aşiret reislerini ödüllendirmek ve dolayısıyla bağlılıklarını arttırmak için bir araç olarak kullandı. Ekim 1892’de denetimi arttırabilmek için aşiret reislerinin çocuklarının eğitileceği “Aşiret Mektebi’nin” kurulması çalışmaları başladı. Eylül 1894’te öğretim başladı. Eğitimlerini tamamlayan öğrenciler mezun olunca kendi bölgelerinde devlet hizmeti yaptılar. Bu sayede hem göçebe olan topluluklar yerleşik hayata geçiriliyor hem de merkeze bağlı yöneticiler oluşturuluyordu. Bu amaçla Hamidiye Alayları’na katılmayan aşiret üyeleri de ilk kez askerlik kurallarına tabi sayıldılar. Ayrıca aşiret ve kabilelere dâhil 17-40 yaş arasındaki bütün erkeklerin nüfus sayımı yapılmasına karar verildi. Erkekler üç sınıfa ayrıldılar: 17-20 yaşındakiler “ibtidaiye”, 20-32 yaşındakiler “nizamiye”, 32-40 yaşındakiler “redif(ihtiyat)”.

Hamidiye Alayları 1893’te Bitlis’in Sasun kazasında Ermenilere karşı büyük başarı gösterince Avrupa’dan bu örgüte tepkiler yağmaya başladı. Tıpkı Balkanlarda olduğu gibi Ermenilerin yaptıkları gündeme gelmiyor, Hamidiye Alayları suçlanıyordu. Bunun üzerine hükümet yeni bir düzenleme girişiminde bulundu ve 1896 başında ikinci nizamname yayınlandı.
Genelde birincinin esaslarından fazla uzaklaşılmadı. Asıl sorun ise alay kuran aşiretlere bölgedeki devlet yönetiminin dışında sadece Yıldız’dan gelen emirlerle hareket etme hakkının verilmesiydi. Sadettin Paşa’nın Hamidiye raporuna göre, son derece güçlenen bu askerlerin kimi zaman yokluktan, kimi zaman da bağlı oldukları aşiretin baskısıyla özellikle gayrimüslimlere kötü muamele ettiği ortaya çıkıyor. Sadettin Paşa: ”Buradaki askerde disiplin yoktu.” “Askerler subayların maaşlarıyla erzak alıyor ve satıyor.” “Köylerden vergi toplama işini asker yapar. Hem de başlarında subay bulunmadan, bir onbaşı kumandasında 15-20 asker gönderilir. Bunlar köye yaklaştıkları zaman bir yaylım ateşi açarlar. Köylüler şuraya buraya sokulurlar. Bu yüzden köylerden bazıları dağılmıştır. Köylerden tahsil ettikleri parayı hükümet konağına götürmezler. Mal müdürünün evine götürürler, böyle işler askeri şımartmış azdırmıştır.” “Bazı subaylar görevi kötüye kullanarak Müslüman ve Ermeni köylerine baskınlar yaparlar.” ”Kalk oradan kaymakam, ben senden rütbece büyüğüm diyerek kaldırıyorlar. Her türlü hırsızlığı yapıp, cinayet işledikleri zaman yakalayıp cezalandıracak hükümet olmadığı gibi sorgulayacak adliye memurları da yoktur.” “Paşa hem Kürt ve Türk ahalinin, hem de Ermenilerin ileri gelenlerini uyarıyor. Ermenilere “Hesapsız davranmayın, yoksa Kürtlerle baş başa kalırsınız” derken, Kürt aşiretlere de “Efendimiz bölgede beni yetkili kıldı. Ermeniler isyan ederse asker silah kullanarak bastırır. İslam ahalisi söz dinlemez, vazifesi olmayan işe kalkışırsa size karşı da silah kullanırım.” diyor”.

Aşiretlerin bu derece güç sahibi olması alay kurmamış aşiretleri de harekete geçirdi. Başvurusu kabul edilmeyenlerin rejim aleyhtarı davranışa yöneldikleri görüldü. Karakalpak aşiretleri sadakatten ayrılmazken, Kürt ve Arap kökenli aşiretlerde bağımsızlık arayışına ve bunu için İngilizlerle işbirliğine yanaşanlar oldu. Hamidiye Alayları aracılığıyla Doğu Anadolu’da Devlet otoritesi bir ölçüde belirmiş olsa da verilen ödünlere bağlı sıkıntılar özellikle 1908’de II.Meşrutiyet’in ilanıyla Abdülhamit Han’a bağlı olan aşiretlerin mahalli idareye bağlanmasının vurgulanması ve bazı reislerin uzaklaştırılması aşiretlerde tepkiyi arttırdı. 1910’da yeni bir düzenlemeyle Hamidiye yerine “Aşiret Alayları” isminin verilmesi aşiret reislerini padişaha değil devlete bağlama gayesinin bir sonucu olarak görülebilir. Fakat bu tepkilerin daha da artmasından başka bir işe yaramadı. Fakat buna rağmen aşiretler 1912-1913 savaşı sırasında Balkanlar’da Osmanlı savunmasının önemli bir bölümünü oluşturdular. Birinci Dünya Savaşı yenilgisinin ardından Arap aşiretleri üzerindeki Hamidiye Alayı etkisi ortadan kalktı. Buna karşılık ilk kez bağımsızlık fikrine yönelen Kürtlerde İngilizlerin para ve silah yardımıyla hareketli bir döneme girildi. 1922 yılında Kürt Krallığı’nı kuran bu aşiretlerin birbirleriyle mücadeleleri nedeniyle çok geçmeden 1924’te bu krallık yıkıldı. Bağımsızlık fikrine kapılanlara karşılık Milli Mücadeleye tam destek verenler de vardı.

 

Araştırma :  Toktahan

KAYNAKÇA
Saadettin Paşa’nın Anıları: Ermeni-Kürt Olayları(Van 1896), Sami Önal
Büyük Osmanlı Entrikası Hamidiye Alayları, Kemal Süphandağ
Hamidiye Alaylarından Köy Koruculuğuna, Osman Aytar
Abdülhamit Gerçeği, Orhan Koloğlu

 

Yorum yapın


*