Karakalpak Türkleri’nin Anadolu’ya Göçleri-2

Karapapakların Anadolu’ya göçleri kadim devirlerden beri çeşitli sebeplerle devam etmiştir. En önemli Karapapak göçleri 1807, 1813-1828, 1854-1855, 1878-1881 ve 1914-1924 yıllarında gerçekleşmiştir.

Selçuklular, Safevîler ve Nadir Şah döneminde altın çağını yaşayan Kafkasya, Azerbaycan ve Doğu Anadolu, 18. Yüzyılın sonları itibariyle, Osmanlı Devleti’nin kötü yönetimi ve İran Kaçar Türk şahlarının basiretsizlikleri hatta dirayetsizlikleri sebebiyle Rusların eline geçer.

Bütün bu coğrafya Timur’un Altın Orda Devletini yıkmasıyla yıldızı parlayan Rus generalleri Bulgakov, Velyaminov, Yermolov, Paskeviç ve Melikofların cirit meydanı olur.

Rus ordularının Kafkaslara inmesiyle birlikte Rusların ve onların güdümündeki Ermenilerin zulmüne dayanamayan Kafkas halkları, bu cümleden Borçalı, Kazak Karapapakları Osmanlı topraklarına kaçmaya-göçmeye başlar.

Binlerce Karapapak halkı Çıldır, Arpaçay, Kars, Sarıkamış, Horasan, Hasankale, Erzurum, Eleşkirt, Ağrı, Van, Muş il ve ilçelerine göçüp, Osmanlı Devleti’ne sığınırlar.

Rus ordularının Kaçar Türk Şahlarının elinde bulunan şimdiki Gürcistan ve Azerbaycan’ı işgal edip 1913’te Gülistan Anlaşmasını imzalamasıyla 3 binden fazla Karapapak aile Kazak ve Borçalı’dan göç eder. Bunların yarısı, yukarıda bahsedildiği gibi Revan’a, buranın da Rusların eline geçmesiyle Sulduz’a göçerler. Geriye kalanın ise bir kısmı Türkiye’ye bir kısmı da geri yurtlarına dönerler.

Türk düşmanlığı ile tanınan Çar I.Nikola, Osmanlı yönetiminin 1826’da Yeniçeri Ordusunu kaldırmasını ve yeni ordunun kurulma aşamasında olmasını fırsat bilerek, Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlardaki hâkimiyetine son vermenin, boğazları ve Anadolu’yu Rusya’ya katmanın zamanının geldiğine inanarak harp hazırlığına başlar. Ruslar, İngiliz ve Fransızlarla işbirliği yaparak 20 Ekim 1827’de Osmanlı donanmasını Navarin’de yakarlar. Ardından kara ve deniz gücünden yoksun durumda bulanan Osmanlı Devleti’ne savaş ilan eder. Rus orduları 1828 yazında Anadolu’ya girer, Ahılkelek, Ahıska ve Kars’ı alır. Ertesi sene Erzurum, Bayburt ve Muş’u işgal eder. Batı’da ve Doğu’da Ruslara karşı savaşan ve maddî ve manevî çok büyük kayıplar veren Osmanlı Devleti, Ruslarla Edirne Antlaşması’nı yapmak mecburiyetinde kalır. 1828-1829 Türk-Rus Savaşı sonrasında Borçalı ve Ahılkelek ve Ahıska’dan pek çok Terekeme/Karapapak tayfası Türkiye’ye göçer.

Diğer bir Karapapak göç dalgası 19.Yüzyılın son çeyreğinde görülür. Bu dönem, sadece Kafkasya için değil, Balkanlardan Doğu Türkistan’a, Sibirya steplerinden Yemen’e kadar bütün Türk dünyası için felaketli yıllardır. Türk halklarına Hıristiyan dünyası tarafından en şiddetli zulüm ve soykırım bu yıllarda yapılır. 19 Nisan 1877’de Osmanlı Devletine savaş ilan eden Çar, kardeşi Grandük Nikola komutasında 250 bin kişilik bir ordu ile Balkanlardan; diğer kardeşi Grandük Mişel komutasında 160 bin kişilik bir ordu ile de kuzey doğudan Osmanlı Devletine saldırır. Hem Balkanlarda hem de kuzey doğu Anadolu ve batı Kafkasya’da Türk halklarına benzeri görülmemiş katliam yapılır. Yüz binlerce insan yurdunu yuvasını terk edip Anadolu’ya göçer. Kafkaslardan gelen göçmenlerin bir kısmı Kars, Ardahan, Ağrı, Erzurum, Muş, Sivas gibi şehirlere önceden gelen akrabalarının yanına yerleşirler. Büyük ekseriyeti ise Kayseri, Adana, Mersin gibi şehirlere yerleştirilir.

93 Harbinden önce Kars ve çevresinde 105 köyde 29.000 Karapapak yaşamaktadır. Savaştan 7 yıl sonra Ruslar tarafından yapılan sayımda nüfusun 21.652’ye düştüğü görülmektedir. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı başarısızlıkla sonuçlanınca, 13 Temmuz 1878’de imzalanan Berlin Antlaşması ile Kars, Kağızman, Ardahan, Oltu ve Batum Ruslara harp tazminatı olarak bırakılır. Ardından 8 Şubat 1879 günü İstanbul’da imzalanan Muâhede-yi Kat’iyye’nin 7.Maddesi gereğince de bu şehirlerde yaşayan Türklerin üç yıl içerisinde Osmanlı topraklarına göçmelerine izin verilir. Bu üç yıl içerisinde resmî kayıtlara göre 11.000’i Kars merkez ilçeden olmak üzere 82 bin Türk Kars’tan ayrılıp Erzurum ve Anadolu içlerine göçer. Göçenler içerisinde Karapapaklar önemli bir yekûn teşkil etmektedir. Karapapakların bir bölümü Horasan, Hasankale, Erzurum ve Aşkale’nin merkez köylerine, Mihrali Bey ve tayfaları ise Sivas’a yerleşirler. Karapapaklardan büyük bir kısmı da Bayazıt sancağına gider ve orada Antap (şimdiki adı Tutak) kentini şenlendirirler. Zoraki göç ettirilen Türklerden boşalan köylere Osmanlı Devleti arazisinden davet edilen Ermeni, Rum, Yezidî, Süryanî (Asûrî) gibi Anadolu halkları ile Rusya’dan getirilen Ukraynalı, Malakan, Duhobor gibi milliyetleri sahih olmayan çiftçiler ile Alman ve Estonyalı halklar yerleştirilir.

Bütün bu göçlere rağmen Karapapak Türklerinin nüfusu bu bölgede yine de büyük yekûn teşkil etmiştir. Rusların 1895 yılında Petersburg’da yayımladıkları ünlü Ensiklopediçeskiy Slovar’ın Kars Oblastı (Карсскаяобласть) maddesinde verilen bilgilerden bir kısmı şöyledir: Kars Eyaleti’nin, Ardahan, Oltu, Kağızman dahil nüfusu 1 Ocak 1892 tarihi itibariyle 200.868 kişidir. Nüfus yoğunluğu Ruslar %7, Yunanlar %13,5, Kürtler %15, Ermeniler %21,5, Türkler %24, Karapapaklar %14, Türkmenler %5. Dinî yapılanma ise şöyledir: Ortodoks %14, tarikat mensubu %5, Ermeni-Gregoryen %21, diğer Hırıstiyanlar %0,75, Müslümanlar%53 (Sunnî %46, Şiî %7) Ali-Allah tarikat mensubu %5, Yezidî %1,25. Ruslar genellikle (Molokan, Duhobor, Prıgunı) tarikat mensubudurlar. Yunanlar, Ortodoks’tur. Türkler, Sünnîdirler. Karapapahlar, Sünnî ve kısmen Şiîdir. Türkmenler, Ali-Allah tarikat mensuplarındandır. Kürtler, Sünnî ve kısmen Yezidîdirler. Türklerin arasında çok sık Müslüman Gürcülere rastlanır. Onlar genellikle Posof Çayı havzasında ve Oltu ilçesinin kuzeyinde yerleşmişlerdir.

Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’ın Sovyetleştirilmesi sırasında da Borçalı, Kazak, Şemşeddin Karapapakları çok yıpratılmıştır. Rus, Gürcü ve Ermeni işgal güçleri tarafından bölge defalarca işgal edilmiş, halk defalarca yurdundan yuvasından edilmiştir. Pek çok insan öldürülmüştür.

Karapapak Türklerinin en büyük göç hareketine maruz kaldıkları dönemlerden biri de 1914-1924 dönemi olmuştur. Rus sayımına göre 1892’de Kars’ta 28.121 olan Karapapak nüfusu, yine Rus istatistiklerine göre bütün olumsuzluklara rağmen 1910 yılında 99 köyde 39.000 olmuştur. Ne var ki Birinci Dünya Savaşı yıllarında bölgede Rus ve Ermeniler tarafından yapılan katliamda başta Ardahan Karapapakları olmak üzere Çıldır, Arpaçay ve Kars Karapapakları çok kayıp vermişlerdir. Ruslar, Sarıkamış hareketinde ve daha sonra Kars, Ardahan savaşlarında Osmanlı Ordusu’na yardım ettikleri gerekçesi ile 1915 yılının ilk üç ayında büyük katliam yapmışlardır. 30 Ekim 1920’de Kars, 23 Şubat 1921’de de Ardahan ve Çıldır kurtulduktan sonra yapılan Moskova ve Kars antlaşmaları ile bugünkü sınırlar çizilmiştir. Bu yıllarda yani 1920-1921 yıllarında Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’dan birçok Türk tayfası Türkiye’ye gelmiştir. 1921-1924 yıllarında ise mübadele yolu ile aynı ülkelerden 45.000 Türk, Kars’a gelmiştir. Bunlardan 10 bin kadarı, 1922-1923 yıllarında Kars Sovyet Konsolosluğunun gayreti ile geri dönmüştür. Kars’ta kalan 35 bin göçmenin 25 bin kadarı Akbaba, Borçalı ve Karayazı’dan gelen Karapapaklardır.

Derleyen: Mustafa KAPLAN

Osmanlı Safevi Çatışması ve Karakalpak (Karapapak) Türkleri

15.yüzyılın ikinci yarısında dünyanın en büyük siyasi gücü Osmanlı Devleti idi. Yine başka bir Türk devleti olan İran coğrafyasında kurulmuş Safeviler de Ortadoğu ve Kafkaslarda etkinliğini duyurmakta idi. Moskova Kınezliği Kırım Halığı’na vergi veren zararsız bir beyik iken, Çar 4.İvan (Korkunç İvan) döneminde Kırım Hanlığı’nı mağlup ederek Kazan ve Astarhan’ı ele geçirdi. Böylece Zengin Volga Havzasına sahip olan Moskova Kınezliği büyüyerek Rus Çarlığının temelini attı.

Bu yıllarda Kuzeyde Kafkas eteklerinden Güneyde Revan, Gence, Karabağ ovalarına kadar geniş bir alanda yaşayan Karapapaklar, at ve koyun besiciliği yaparlar siyah keçeden yapılmış kara çadırlarda otururlardı. Kaşar, Gravyer ve Talum peynirlerinin yanı sıra kilim, cicim, keçe ve halı dokumacılığı ile astragan kürk koşum ve eğer takımları üretimi ile uğraşırlardı. Bu ürünler Kür ırmağı ve Astragan üzerinden dış piyasalara gönderilirdi. Hemen hepsi Hanefi Mezhebine bağlı olup dindar insanlardı. Bilhassa Halveti Tarikatı’nın Karapapaklar (Terekemeler) arasında saygınlığı çok fazla idi. Yine bu dönemde zaman zaman komşuları Gürcistan’a sık sık yağma akınları düzenlediklerinden, Gürcistan Krallığı Safevi Şahı Tahmasp’la Karapapak akınlarını önlemek için anlaşmıştı. Buna göre Gürcistan İran’a (SAFEVİ Şahına) her yıl 18 bin tümen verecek buna karşılık şah savaşçı Kazaklıları bulundukları bölgeden çıkartacaktı. Gerçekten şah Karapapakları (Terekemeleri) Horasan’da yaşamaları için mecburi göçe tabi tuttu. Fakat göç hazırlıkları yapılırken Nakşibendi şeyhlerinden Şeyh Emir Efendi (İran) Safevi şahına bir mektup yazarak göçün durdurulmasını rica etmişti. Karapapakların (Terekemelerin) hanı Bedreddin Han da Şeyh Emir’in müritlerinden idi. Bu mektuptan sonra Safevi şahı göçten vazgeçtiği gibi Karapapaklarla (Terekemelerle) Gürcülerin sorun çıkarmadan yaşamaları için gayret gösterdi.

Orta Asya ve Kafkaslardaki hanlıklar Rusya’nın olduğu kadar Safevilerinde ilgisini çekiyordu. Irakeyn seferinden sonra (1534) Osmanlı Devleti de bölgeye ilgi duymaya başladı. Böylece başlayan Safevi ve Osmanlı mücadelesinde en çok etkilenen ve zarara uğrayan Karapapaklar oldu. Gence, Karabağ, Revan, Şirvan ve Şamahı gibi Karapapakların yoğun bulunduğu bölgeler sık sık Safevi ve Osmanlılar arasında el değiştirdi.
Safevi Şahlığı Şii Mezhebi’nin, Karapapaklar arasında yayılması politikasına, çok önem veriyordu. Bu nedenle çeşitli baskı yollarını deneyen şah onlardan “Sakal vergisi” almaya başladı. Karapapaklar (Terekemeler) bu vergiyi Şii olmadıkları için ödemek zorunda idiler. Şah Tahmasp baskısını giderek arttırdı ve Karapapak/Terekeme hanı Bedreddin’i gözaltına aldı. Ayrıca bazı nüfuzlu Karapapak-Terekemeler rütbe ve ünvanlarla şiiliğe kazandırılmaya çalışıldı. Bedreddin’in oğlu Nazar Han şiiliği benimsediği için babasının tahtına oturmuştu. Nazar Han Safevi yanlısı politika izleyerek 8 yıl kadar Osmanlılarla çarpıştı. Nazar uzun yıllar kader birliği ettiği soydaşları Sünni Karapapak-Terekemeler üzerine yıpratıcı seferler düzenlemeye başlamıştı. Şiiler “Tacı Hayderi” denilen on iki dilimli kırmızı sarık kullanıyorlardı. Sünniler ise şiiliğin sembolü sayılan kırmızı başlığı değil de Siyah börk kullanmada ısrarlı idiler. Bu nedenle Karapapaklar-Terekemeler iki gruba ayrıldılar. Sünniliği kabul eden, politikada Osmanlı yanlılarına siyah başlıklarını atmadıkları için Karapapak denirken Safevi yanlısı kızıl börklü şiilere ise Kızılbaş denmeye başlandı.
Osmanlı Devleti 1544’de Nahçıvan seferi ile Revan ve Karabağ’ı ele geçirdi. 1555’de ise Amasya Antlaşması yapılarak iki taraf arasında barış sağlandı.
Şah Tahmasp’ın, karısı tarafından zehirlenerek öldürülmesi üzerine şahın oğulları arasında başlayan iktidar mücadelesi Safevi Devletini güç durumda bırakmıştı. Bu durumdan yararlanmak isteyen Osmanlı Devleti Kıbrıs’ın fethi sırasında önemli hizmetleri bulunan Lala Mustafa Paşa’yı serdar tayin ederek Safevi seferine memur etti. Osmanlı ordusu 3 temmuz 1578’de Erzurum’a gelince Özdemiroğlu Osman Paşa da sefere katıldı. Osmanlı ordusu Erzurum’da iken Kars Sancak Beyi Yusuf Bey Safevi Devletine bağlı Ahırkelek beyi Mahmud’u Çıldır Gölü’nün kuzeyindeki “Canbaz Çukuru” denilen yerde mağlup ederek bir çok esir ve ganimet almıştı.
Lala Mustafa Paşa ise 23 Temmuz’da Erzurum’dan hareket ederek, Soğanlı ve Allahuekber dağlarını aştıktan sonra Göle üzerinden Ardahan’a girdi (5 Ağustos 1578). Ardahan’da fazla kalmayan Osmanlı ordusu sınırı geçerek Safevi topraklarına girdi. Kısa bir süre içinde Veli ve Akçakale’yi ele geçirdi. Bu sırada Safevi’li kumandan Tokmak Han Gürcistan topraklarında ilerleyen Osmanlı Ordularının ikmal yollarını kesmek için Çıldır üzerine yürüdü. Fakat Özdemiroğlu Osman Paşa’nın kuvvetlerine Çıldır Ovası’nda yenilerek geri çekilmek zorunda kaldı. Bu savaştan sonra Ahıska, Ahırkelek, Temük ve Hıtız kaleleri Osmanlıların eline geçti.
Bu sırada Şah Tahmasp’ın kayınbiraderi olan Gürcistan hakimi Davit Han Osmanlı ileri harekatı karşısında Gürcistan’ın merkezi olan Tiflis’i yakarak kaçmıştı. Bu nedenle şehir kısa bir süre içinde Osmanlıların kontrolüne girdi.
Osmanlı orduları Tiflis’in fethinden sonra Şirvan’ı almak üzere güneydoğuya hareket etti. Kür Nehri’nin kollarından olan Yora ve Kanık arasındaki Şırak mıntıkasında Safevi Kuvvetlerini yenerek Şeki ve Şirvan’ı ele geçirdiler. Bundan sonra Özdemiroğlu Osman Paşa Şirvan ve Dağıstan valiliğine tayin edildi.
Şirvan’ın fethinden sonra Lala Mustafa Paşa Özdemiroğlu’nu emrinde bir kısım kuvvetle bölgede bırakarak kışlamak üzere Erzurum’a geldi. Osman Paşa’nın az bir kuvvetle kalmasından yararlanmak isteyen Safeviler, İmam Kulu Han’ın yönettiği onbeşbin kişilik bir kuvvetle Şamahı’ya doğru ilerlediler. Osmanlı kuvvetleri ise yirmibeşbin kişi kadardı. 9 Kasım 1578’de I.Şamahı Muharebesi her iki taraf içinde çok yıpratıcı oldu. Fakat Kırım kuvvetlerinin yetişerek Osmanlılara yardım etmesi üzerine Safevi kesin bir yenilgiye uğradı. Bu arada Nahcıvan beyi Şerf Han Osmanlı himayesini kabul etti.
Safeviler I.Şamahı Muharebesinden sonra yeniden toparlanarak harekete geçtiler. Bu sefer Safevi ordusunun başında. Şah Hüdabende’nin oğlu Hamza ile başvezir Mirza Salman bulunuyordu. 27 Kasım 1578’de yapılan II.Şamahı Muharebesini de kaybeden Safevi kuvvetleri çekilmek zorunda kaldılar. Bu savaşlardan sonra Osman Paşa kışlamak üzere Derbent’e çekildi. Elinde çok az bir kuvvet kalmıştı. Yiyecek sıkıntısı ve soğuk kış şartları altında yılmadan mücadeleye devam ediyordu.
Erzurum’da bulunan Serdar-ı Ekrem Lala Mustafa Paşa, Safevi Devletine karşı güvenlik önlemleri almak ve yörede Osmanlı egemenliğini pekiştirmek için Kars Kalesi’nin inşaatını başlattı. 27 Temmuz 1579’da başlayan inşaat gece ve gündüz devam ederek 28 günde tamamlandı.İç ve dış surlarla birlikte 27 bin metre tutan sur inşaatının bu kadar kısa sürede bitmesi Osmanlı kuvvetlerinin teknik üstünlüğü, personelin azim ve gayretlerinin büyüklüğünü göstermesi bakımından çok önemlidir. Kale İnşaatında bizzat Serdar Lala Mustafa Paşa’nın inşaat için taş taşıması son derece önemli bir olaydır.
Fakat Lala Mustafa Paşa 1580’de öldü. Yerine tayin edilen serdar Sinan Paşa zamanında ciddi bir şey yapılamadı. Bu arada Ozdemiroğlu Osman Paşa bir avuç kuvvetle Derbent’de bulunuyordu. Safeviler ise Şirvan ve Şeki dolaylarını geri almak için harekete geçmişlerdi. Bölgeyi savunan Kırım Hanı’nı mağlup ederek esir almışlar ve Alamut kalesine hapsetmişlerdi. Osman Paşa ise İstanbul’dan yardım istemişti. Kendisine 80 bin kadar Rumeli askeri yardıma geldi. Nihayet 29 Nisan 1583’de Samur Çayı dolaylarında bulunan Baştepe’de büyük bir savaşa başladılar. Savaş, meşaleler yakılarak gecede devam ettiğinden tarihte Meşaleler Savaşı olarak tanınır. Bu savaşta sahte kaçış taktiği uygulayan Özdemiroğlu, Safevi kuvvetlerini yenilgiye uğratarak çekilmeye mecbur etti.
Bu sırada Sinan Paşa serdarlıktan alınarak yerine Ferhat Paşa getirildi. Ferhat Paşa’nın serdarlığı sırasında Osmanlı-Safevi ilişkileri gerginliğini korudu. Bu sırada Özdemiroğlu Osman Paşa veziriazamlığa getirilmişti. Osman Paşa’nın veziriazamlığı üç ay kadar devam etti. Safevi savaşlarının kötü gitmesi üzerine Serdarlığa atanarak cepheye gitti.
Onun gidişi ile durum Osmanlıların Lehine gelişmeler gösterdi. Bu arada Tebriz Osmanlı kuvvetlerinin kontrolüne girdi. Serdar Osman Paşa rahatsız olduğu için bir süre sonra öldü. Yerine ikinci kez Serdarlığa atanan Ferhat Paşa 1590’da Safevi ile bir antlaşma yaparak savaşa son verdi. Bu antlaşmaya göre Gürcistan, Luristan, Siravan ve Karabağ’ın Osmanlılara ait olduğu her iki tarafça kabul ediliyordu. Bölgede yaratılan mezhep ayrılığı nedeni ile hiç bir zaman kalıcı bir barış sağlanamıyordu.
8 Mart-1585’de Sünni Karapapaklar-Terekemeler, Şii soydaşları üzerine büyük bir baskın yaparak pek çok esir ve ganimetle geri dönmüşlerdi. Bu arada Şiiliği benimseyen Nazar Han 28 Ağustos 1587 yılında Osmanlı orduları başkomutanı Ferhat Paşa’nın huzuruna çıkarak özür diledi. Bundan sonra Kür boylarının önemli bir yerleşim merkezi olan Loru Eyaleti Beylerbeyliğine atandı ve kendisine Paşalık rütbesi verildi. Böylece Gence ve Karabağ dışındakiler hariç bütün Tereke-meler Sünniliği yeniden benimsemiş oldular.
Fakat Safeviler, Nazar Han ve ona bağlı Terekemelere dönük diyerek affetmediler. Nitekim Nazar Han’ın ölümünden sonra Osmanlı Devleti babasının görevini oğlu Mehmet’e verdi. Fakat Osmanlı Devleti yeni bir sorunla uğraşmak zorunda kalmıştı. Bütün ülkeyi kasıp kavuran Celali terörü devleti çok yıpratmıştı. Bu durumu değerlendiren Safevi 1590’da Osmanlı topraklarına saldırarak Gence ve Revanı ele geçirdi. Safevi Şahı I.Abbas Loru Beylerbeyi Mehmet Paşa’yı Kızılbaşlık tacını giymesi koşulu ile yerinde bıraktı.
Şah Abbas Mehmet Paşa’ya pek güvenmiyordu. Nitekim Mehmet Paşa’nın gizlice Osmanlı yanlısı bir politika izlediğini sezince onu öldürterek yerine kardeşi Mustafa’yı getirdi. Fakat Mustafa da babası gibi Osmanlı yanlısı politikaya kayması üzerine 1614’de Şah Abbas Şemseddinlü Deli Mehmet vasıtası ile Loru beyi Mustafa paşayı öldürmüştü. Bu yıllarda Sünni olmak Osmanlı yanlısı, Şii olmak ise Safevi yanlısı politikayı benimsemekle eş anlama gelmekte idi. Şah bu nedenle Kazak Karapapak Terekemelerini dönük saydı ve “sınır boylarında bunlara güvenilmez” diyerek güvendiği adamlardan Şemsi Beyi Loru valisi yaptıktan sonra şüpheli gördüğü Karapapakları da mecburi göçe tabi tuttu. Muhacirler Gence, Revan ve Şirvan dolaylarına dağıtıldılar. Bugün buralarda Borçalı ve Kazaktı boylarının çeşitli oymak ve uruğlarının isimlerini köy nehir ve dağ isimleri olarak görmek mümkündür. Kazaklar, Paydar, İspirlü, Demirci Hasanlu Cekvanlı ve Nehri oymakları Kazaklı boyundan olup, Ak-Tala, Uzunlar, Gölegiven, Taşir Pembek ve Arpalü oymakları ise Borçalı boyuna mensuptur.

Osmanlı Hükümdarı III.Murat zamanında Loru Beylerbeyliği üç sancağa ayrılmıştı.
Bu sancaklar ve bağlı oldukları nahiyeleri Kuzeyden güneye doğru şöyle sıralayabiliriz:
1. Ak-Tala Sancağı:
Ak-tala, Küçük Aktala, Moşuluk, Boklu-Kilise, Sanahin, Haşur Kazan, Kümbt, Baysunkur, Tuman-Kendi, Aşağı Benefşe, Yukarı Benefşe, Kızılkaya, Köşevet, Kazman.
2. Taşır Sancağı:
Taşır Abad, Yukarı Çıgalu, Aşağı Çıgalu, Kervansaray, Kuyumcu Kendi, Budak Kendi, Sınık Kilise, Kosa Bulak, Kırk Bulak, Kara Bulak, İki Çardaklı, İki Çorak, Balıklı, Sarı Kala, Karakala, Türk Dere, Beğ Kendi.
3. Laru Sancağı:
Loru, Calu, Dölbendlü Varta Pulur, Vank, Yassı koy, Viran Loru, Çekersen, Celaloğlu, Ovanas Kendi, Emraz Köy, Otarşen Balıkçı, Çarçı, Uzunlar, Çaku, Bogos, Kırebaş, Yalancı Mirza, Molla Yasin, Mukarat Gölegiren, Pir Kendi Sancak, Akhabut Veren Köy, Ercesan, Ekedağ, Iğıkı, Südebadik.
4. Pembek Sancağı:
Güngörmez, Bozabdal kömürlük Yukarı Sarımsaklı, Aşağı Sarımsaklı, Kara Tur, Almalı, Çıbıklı, Güneyli Arçut Yenice, Hamamlı, Çıldır, Darbant, Paşacık, Sandal Kışlığı, Pire Kendi, Armutlu, Koca Beçen Borçalı (Sarıyar), Hamza Çimeni, Üleşek, Tekurans Sorak Deve, Ahirmalik, Tekelik Kamberoğlu Gökyokuş, Bulaklı, Tezeklü, Deve Boynu Koçu Kendi, Kazanlu.
1728 yılında Osmanlı yönetimi bu dört vilayeti birleştirerek Tiflis Eyaleti diye adlandırdılar.
Tiflis Eyaleti’nde şu yerler Karapapaklara aittir:
Arpalu Sancağı, Kangar, Ağçakala, Kalp, Çavdar, Baratlu, Paydar, Taşir, Loru, Hasanlu, Pembek.
Çağın iki süper gücü olan Osmanlı ve Safevi, Kür boylarında ve Dağıstan’da kendi görüşlerini benimseyen bu savaşçı Karapapaklara dayanarak kamuoyu oluşturmaya devam ettiler. Karapapakların bölünmesi kısa vadede Safevi ve Osmanlılar için yararlı olmuşsa da uzun vadede Türk dünyası açısından zararlı sonuçlar doğurdu. Bölgede ne Safevi ne de Osmanlı tam bir egemenlik sağlayamadılar. Neticede hep Türk kanı aktı. XVIII. yüzyıldan sonra Safevi ve Osmanlının zayıflaması ile parçalanmış ve mezhep ayrılıkları ile mücadele eden Kafkas Türklüğü güçlenen Rusya için kolay bir yem haline geldi.

 

Derleyen :  Toktahan

 

KAYNAKÇA
Karapapak ve Terekemelerin Siyasi ve Kültür Tarihine Giriş,  Orhan YENİARAS.

Hamidiye Alayları’ndaki Türk Dışı Unsurlar ve Karakalpak Türkleri Arasındaki Farklar

Hamidiye Alayları girişimi Osmanlı Devleti’nin 1878 can çekişme krizini geçici olarak atlatmasından sonra, devletin yeni bir bunalıma girmemesi için önlem alınması gerektiğinin farkına varıldığı dönemde başlamıştır. Kısacası, ömrünün sonuna gelmiş olan Osmanlı, kafasına silah dayamış ve sadece tetiği çekmeye karar verip vermeme durumunda kalmıştır.
Makalemizde göreceksiniz ki, Osmanlı devletinin can çekiştiği ve Kafkasya’yı, Artvin’i, Kars’ı ve Karapapak Türklerinin yoğun yaşadığı coğrafyaları Ruslara savaş tazminatı olarak terk etmesinden sonra “belki tekrar ayağı kalkarım” ümidiyle Türk dışı unsurlara verdiği taviz ve bu tavizlerin getirdiği son noktayı görme fırsatı bulacaksınız.

Karapapak Türkleri Ağrı merkezi (o dönemde Karaköse Köyü) ve ilçelerine 93 harbinden sonra değil daha önceleri gelmiş, oraya yerleşmiş ve oraları yurt edinmiştir. Sanıldığının aksine Karakalpak Türkleri Ağrı ili ve ilçelerine Hamidiye Alayları vasıtasıyla gelmemiştir. Orada zaten vardırlar. Kafkasya’da en yoğun olan Türk boyu ise Karapapak Türkleridir. Keza makalemizin içerisine Hamidiye Alaylarının 53 maddelik kuruluş kanununun bazı maddelerini sırf bunun için yerleştirdik ki, “Benim dedemin sayesinde geldiniz” gibi akıl almaz zırvalıkları da bertaraf etmek için. Böyle diyen şahıslara şunu söylemek lazımdır: “Osmanlı devletinde o kadar mareşal, general, amiral öldü mü ki, senin deden yada dedelerin kendi kafasına göre yer versin yurt tayin etsin !”
1926 Yılında Vilayetin Doğubeyazıt’tan Ağrı’ya taşınmasının en belirgin sebebi de Karaköse Köyü ve çevresindeki yerleşim yerlerinde yoğunluğun Karapapak Türkleri olmasıdır. Yoksa M.Kemal Atatürk neden Karaköse Köyünü vilayet yapsın ki? Aslında sorulması gereken soru da bu olmalıdır, tabiki başka sebepler vardır ama en belirgin ve göze çarpan özellik burada yoğun yaşayan halkın Karapapak (Karakalpak) Türklerinden oluşmasıdır.
Haaa ! Bu arada “Ben Osmanlı Torunuyum” diyen bir Karapapak Türk’ü görürseniz umursamayın! Keza O, 93 harbinde Osmanlı’nın Karapapak Türklerini Rusların ve kan düşmanı Ermenilerin katliamına terk ettiğinin farkında bile değildir! Yine O, Enver Paşa’nın Türkçülüğü en iyi benimsemiş Karapapak Türklerinden oluşan Kafkas İslam ordusundan da haberi yoktur. Olsaydı şayet, şunu da düşünürdü “Kafkas İslam ordusunun bel kemiğini oluşturan Karapapak Türklerinin Kurtuluş savaşında ve öncesinde kati surette Atatürk’e destek verdiğinden” de haberi olurdu.

Gelelim Vaktiyle üç kıtaya hükmetmiş ama Türkleri Etrak-ı bi’drak (Akılsız Türk) olarak nitelendiren Osmanlı İmparatorluğunun durumuna;
Osmanlı’nın Balkan Devletleri’ne karşı dayanağı olan üçte ikisi İslam’ı kabul etmiş olan Arnavutlardı. Osmanlı askeri müdahalenin zor olduğu dağlık bölgelerde yaşayan bu halkı direk devlete bağlamaktansa kendi koşulları altında özerklik tanıdı, buna karşılık ihtiyaç olduğunda devletin emrine kolayca giriyorlardı. Bu tür özerklik uygulaması benzer coğrafyaya sahip, Arapların Cebeli Lübnan’ında ve Türkmenlerle Kürtlerin yoğun olduğu Doğu Anadolu’da da uygulanmıştır. Doğu Anadolu’da tarih boyunca Osmanlı’nın sorunu olan İran’a karşı da Kürt ve Arap Aşiretleri’ni kullanmıştır.
1878 yenilgisinin ardından imzalanan Berlin Anlaşması’nın 61. Maddesine yerleştirilen hüküm Avrupa’nın bu bölgeye de müdahalesini gündeme getirdi: “Bâbıâli, Ermenilerin meskûn oldukları eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin güvenliğini Çerkes ve Kürtlere karşı korumayı taahhüt eder.” Osmanlı’nın bütün vilayetlerinde devlet görevlilerinden ve aşiretlerin yasadışı uygulamalarından şikâyetçi olanlar vardı, ancak Berlin Anlaşması’nda bunun milliyetçi bir nitelikte yerleştirilmesi ön yargının bir göstergesidir. Çerkezlerle Azerbaycan Türklerine Rusların yaptıklarından hiç bahsetmiyorlardı.
Avrupa devletlerinin baskısıyla, işgal ettiği İstanbul’u ve Balkanlar’ı geri vermek zorunda kalan Çarlık, Orta Asya’dan Hindistan’a, Kafkaslar üzerinden de Basra Körfezi’ne inme planları oluşturuyordu. Bunun için Ermenileri kullanmaya yöneldi ve bu amaçla Ermenilere silah ve para yardımı yapmaya başladı. Böylece, Balkanlar’dakine benzer ayrılıkçı akımların Anadolu’da ortaya çıkmasına sebep oldu. Irak’ın Arap aşiretlerini kendisine bağlamış olan İngiltere de Rusya’yı engellemek amacıyla, Ermeniler gibi Kürt aşiretleri arasında da yandaş aramaya hız verdi. İngilizler Ermenilerin yanı sıra Araplara ve Kürlere de para ve silah vererek onları yanına çekmeye çalışıyordu.
Abdülhamit’in karşı taktiği, İslami dayanışmayı ön plana getirerek özerk yaşayan aşiretleri devletin resmi birliklerine dönüştürerek örgütlemekti. Aynı zamanda, bu eski özerk yaşamlarından çıkarılıp devlet kurallarına tam bağımlı hale getirilmesinin de ilk adımını oluşturmaktaydı. 1890’da Ermeni kiliselerinde yapılan araştırmalar sonucunda bulunan silahlar işin ciddiyetini ve acilen önlem alınması gerekliliğini ortaya koymuştu. Çözüm önerisi Erzincan’daki 4. Ordu Kumandanı Müşir Zeki Paşa’dan geldi. Karşıtlarının çok olmasına rağmen kabul edildi, çünkü Abdülhamit İngiltere’ye göre daha dostça davrandığı Rusya’nın da Ermeni ihtilalci kurumlara yardım ettiğini biliyordu. Bunda Abdülhamit’in “Rusya’ya karşı bir harpte, disiplinli birlikler halinde toplanmış olan aşiretler bize çok hizmet yapabilirler; birliklerde öğrenecekleri itaat duygusu da onlar için iyi olacaktır.” görüşü de önemliydi. Vilayeti Sitte’de belli başlı aşiretleri Hamidiye Süvari Alayları şeklinde düzenlediler. Bu isim ile onlarda, doğrudan Sultan ile bağlantıda oldukları inancını pekiştirerek bağlılıklarına kutsal bir nitelik hedefi güttüğü belliydi. Bölgede yüzyıllardan beri ayrı ve karşıt gruplar halinde yaşamış aşiretleri karıştırarak bir askeri düzen oluşturmak tabii ki mümkün değildi. Ayrıca askeri işlere bulaştırmadan aşiret reislerini memnun etmek gerektiğinden alay ve bölük komutanları askeri meslekten, diğer subaylar -binbaşı, kolağası gibi- aşiretin ileri gelenlerinden seçilecekti. Bunlardan devlete sadık olanlar, irade-i seniye ile Miralay rütbesine atanacak ancak yanlarında yardımcı olarak bir “nizami subay” bulundurma mecburiyeti olacaktı. Böylece birliklerin yönetimi her zaman devletin kontrolünde olacaktı.

Hamidiye Alayları kurulduktan bir sene sonra 1891’de 53 maddelik Hamidiye Alayları Nizamnamesi oluşturuldu. Bu nizamnameden birkaç madde:
1.Madde: ”Memleketin yabancıların düşmanlıkları ve saldırılardan korunması için düzenlenmesi gereken heyeti askeriyenin oluşumu, o memleket ahalisinin genel nüfusuna ait bir yükümlülük cümlesindendir. Bu yükümlülükten ahalinin bir kısmının ayrı tutulmasının genel kuvvetin eksikliğine sebep olacağı da malumdur. Bu meşru (şer’an caiz) kaidenin Memaliki Şahane’de yürürlükte tutulmasına bağlı olarak Osmanlı umum kuvvetinin artması ve çoğaltılması, özel durumları sebebiyle şimdiye kadar tamamiyle askeri düzen altında olarak askeri hizmette bulunmayan ve cündilik (ata binicilik) ile ünlü ve bunu huy edinmiş oldukları halde çadırda oturan aşiret fertlerinden yeni baştan Asakari Hamidiye yüce namıyla süvari Aşiret Alayları kurulması, Halife Hazretlerinin yüce buyruğudur.”
19.Madde: ”Hamidiye Süvari Alayları askerleri Türkmen, Karakalpak (Karapapak), Kürt ve Arap aşiretlerinden olacağından, bu kavimlere mensup olanlardan her birinin elbisesinin mensup olduğu kabilenin geleneksel giysilerinin şekil ve kıyafetlerine uygun olması gereklidir. Üzerlerinde diğer halklardan farklı olacak şekilde alayın ismi ve numarası yazılı bir alameti farika bulundurulacaktır.”
Son Madde: ”Aşiretlerin Hamidiye Alayları’na dâhil olmayanları da Askere Alma Kanunu’na tabi olup hiçbir şekilde bunların genel kuvvetten hariç kalmalarına izin verilmeyecek ve gerektiğinde zor ve şiddet kullanılarak askere alınmalarına son derece itina olunacaktır.”

Başlangıçta alay sayısı 50 kadarken 1908’de 65’i buldu. Nizamnameye göre her alay 4-6 bölükten oluşacak, her alayda en az 512, en çok 1152 savaşçı bulunacaktı. Büyük aşiretlerin birden fazla alay kurma hakkı varken küçük aşiretler ise birkaç bölük kurma hakkına sahipti. Buna karşılık alayları birleştirme ve eğitim için bir araya getirme yasaktı. Birleşmeye sadece hükümetin ya da ordu kumandanının güdümünde ve savaş alanında izin verilmişti. Her alaydan bir çocuk İstanbul’da süvari mektebinde eğitime tabi tutularak mülazım rütbesini alınca memleketine dönecekti. Her alaydan iki çavuş da ordu merkezinde eğitim görecekti. Sultan Abdülhamit bu vasıtayla İstanbul’a davet ettiği aşiret reislerini ödüllendirmek ve dolayısıyla bağlılıklarını arttırmak için bir araç olarak kullandı. Ekim 1892’de denetimi arttırabilmek için aşiret reislerinin çocuklarının eğitileceği “Aşiret Mektebi’nin” kurulması çalışmaları başladı. Eylül 1894’te öğretim başladı. Eğitimlerini tamamlayan öğrenciler mezun olunca kendi bölgelerinde devlet hizmeti yaptılar. Bu sayede hem göçebe olan topluluklar yerleşik hayata geçiriliyor hem de merkeze bağlı yöneticiler oluşturuluyordu. Bu amaçla Hamidiye Alayları’na katılmayan aşiret üyeleri de ilk kez askerlik kurallarına tabi sayıldılar. Ayrıca aşiret ve kabilelere dâhil 17-40 yaş arasındaki bütün erkeklerin nüfus sayımı yapılmasına karar verildi. Erkekler üç sınıfa ayrıldılar: 17-20 yaşındakiler “ibtidaiye”, 20-32 yaşındakiler “nizamiye”, 32-40 yaşındakiler “redif(ihtiyat)”.

Hamidiye Alayları 1893’te Bitlis’in Sasun kazasında Ermenilere karşı büyük başarı gösterince Avrupa’dan bu örgüte tepkiler yağmaya başladı. Tıpkı Balkanlarda olduğu gibi Ermenilerin yaptıkları gündeme gelmiyor, Hamidiye Alayları suçlanıyordu. Bunun üzerine hükümet yeni bir düzenleme girişiminde bulundu ve 1896 başında ikinci nizamname yayınlandı.
Genelde birincinin esaslarından fazla uzaklaşılmadı. Asıl sorun ise alay kuran aşiretlere bölgedeki devlet yönetiminin dışında sadece Yıldız’dan gelen emirlerle hareket etme hakkının verilmesiydi. Sadettin Paşa’nın Hamidiye raporuna göre, son derece güçlenen bu askerlerin kimi zaman yokluktan, kimi zaman da bağlı oldukları aşiretin baskısıyla özellikle gayrimüslimlere kötü muamele ettiği ortaya çıkıyor. Sadettin Paşa: ”Buradaki askerde disiplin yoktu.” “Askerler subayların maaşlarıyla erzak alıyor ve satıyor.” “Köylerden vergi toplama işini asker yapar. Hem de başlarında subay bulunmadan, bir onbaşı kumandasında 15-20 asker gönderilir. Bunlar köye yaklaştıkları zaman bir yaylım ateşi açarlar. Köylüler şuraya buraya sokulurlar. Bu yüzden köylerden bazıları dağılmıştır. Köylerden tahsil ettikleri parayı hükümet konağına götürmezler. Mal müdürünün evine götürürler, böyle işler askeri şımartmış azdırmıştır.” “Bazı subaylar görevi kötüye kullanarak Müslüman ve Ermeni köylerine baskınlar yaparlar.” ”Kalk oradan kaymakam, ben senden rütbece büyüğüm diyerek kaldırıyorlar. Her türlü hırsızlığı yapıp, cinayet işledikleri zaman yakalayıp cezalandıracak hükümet olmadığı gibi sorgulayacak adliye memurları da yoktur.” “Paşa hem Kürt ve Türk ahalinin, hem de Ermenilerin ileri gelenlerini uyarıyor. Ermenilere “Hesapsız davranmayın, yoksa Kürtlerle baş başa kalırsınız” derken, Kürt aşiretlere de “Efendimiz bölgede beni yetkili kıldı. Ermeniler isyan ederse asker silah kullanarak bastırır. İslam ahalisi söz dinlemez, vazifesi olmayan işe kalkışırsa size karşı da silah kullanırım.” diyor”.

Aşiretlerin bu derece güç sahibi olması alay kurmamış aşiretleri de harekete geçirdi. Başvurusu kabul edilmeyenlerin rejim aleyhtarı davranışa yöneldikleri görüldü. Karakalpak aşiretleri sadakatten ayrılmazken, Kürt ve Arap kökenli aşiretlerde bağımsızlık arayışına ve bunu için İngilizlerle işbirliğine yanaşanlar oldu. Hamidiye Alayları aracılığıyla Doğu Anadolu’da Devlet otoritesi bir ölçüde belirmiş olsa da verilen ödünlere bağlı sıkıntılar özellikle 1908’de II.Meşrutiyet’in ilanıyla Abdülhamit Han’a bağlı olan aşiretlerin mahalli idareye bağlanmasının vurgulanması ve bazı reislerin uzaklaştırılması aşiretlerde tepkiyi arttırdı. 1910’da yeni bir düzenlemeyle Hamidiye yerine “Aşiret Alayları” isminin verilmesi aşiret reislerini padişaha değil devlete bağlama gayesinin bir sonucu olarak görülebilir. Fakat bu tepkilerin daha da artmasından başka bir işe yaramadı. Fakat buna rağmen aşiretler 1912-1913 savaşı sırasında Balkanlar’da Osmanlı savunmasının önemli bir bölümünü oluşturdular. Birinci Dünya Savaşı yenilgisinin ardından Arap aşiretleri üzerindeki Hamidiye Alayı etkisi ortadan kalktı. Buna karşılık ilk kez bağımsızlık fikrine yönelen Kürtlerde İngilizlerin para ve silah yardımıyla hareketli bir döneme girildi. 1922 yılında Kürt Krallığı’nı kuran bu aşiretlerin birbirleriyle mücadeleleri nedeniyle çok geçmeden 1924’te bu krallık yıkıldı. Bağımsızlık fikrine kapılanlara karşılık Milli Mücadeleye tam destek verenler de vardı.

 

Araştırma :  Toktahan

KAYNAKÇA
Saadettin Paşa’nın Anıları: Ermeni-Kürt Olayları(Van 1896), Sami Önal
Büyük Osmanlı Entrikası Hamidiye Alayları, Kemal Süphandağ
Hamidiye Alaylarından Köy Koruculuğuna, Osman Aytar
Abdülhamit Gerçeği, Orhan Koloğlu

 

Osmanlı Ordusunda Karakalpak Türkleri

Karapapaklar, çok iyi savaşçı oldukları ve kahramanlığı hayat tarzı haline getirdikleri için Türk paşalarının ve zaman zaman yanında birlikte savaştıkları Alman, Rus, Gürcü, Arap ve Fars komutanların da övgü ve takdirini kazanmışlardır. Onların bu üstün yeteneklerinden hâkim güçler Tarih boyunca çok faydalanmışlardır. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi onları kendisi ile birlikte savaşa götüren hakanlardan biri de Alp Arslan’dır. Sultan Alp Arslan 1048 yılında Pasin (Kaputru/Hasankale) Savaşı’nda Ortodoks-Hıristiyan Bizans ve müttefiki Apkaz-Kartel ordularına karşı Müslüman Kazak-Şemşeddin Karapapaklarını da beraberinde götürmüştür.

İran ile Rusya arasında yapılan Türkmençay ve Osmanlı ile Rusya arasında yapılan Edirne Antlaşmalarının üzerinden çeyrek asır geçmeden Rusya, Balkanlar ile boğazları tamamen kontrol altına almak ve Akdeniz’e ulaşmak için hazırlık yapar. Osmanlı Devletindeki Ortodoks tebaanın haklarını bahane ederek 22 Haziran 1853’te Osmanlı Devleti’ne bağlı Eflak ve Buğdan’a girer. Osmanlı Devleti 29 Eylül 1853 günü savaş ilan eder. Abdi Paşa komutasında Türk ordusu Gümrü üzerine yürür. 11 Kasım 1853’te iki koldan saldıran Rus ordusunun, Ahılkelek – Çıldır üzerinden gelen birliklerini ilk önce Kenarbel yakınlarında, Süleyman Bey’in liderliğinde, Karapapak gönüllüleri karşılar. Ardahan’dan gelen Hacı Hüseyin Paşa’nın gönüllüleri ile birlikte büyük kahramanlıklar gösterirler.

Ruslar, Kafkas Müslümanlarını yanlarına çekmek için aflar çıkarır, paralar dağıtır. Borçalı ağalarından Daşdemir Ağa Mehemmedoğlu, Osman Kasım Ağa oğlu, Lembelili Ali Süleyman oğlu, Babacan Tanrıverdi Rusların safında yer alır. Bunlara  karşılık Borçalı Haşimoğlu, Kazaklı Deli Ağa ve Sulduzlu Gulu Han Borçalı gibi büyük kahraman Karapapaklar, Osmanlı Ordusu saflarında yer alırlar. Rus Generali M. Bogdanoviç’in ansızın yaptığı hücumları, yırtıcılığı ve araziyi tanıması ile bizim serhat eyaletleri için oldukça tehlikeli idi diye tanımladığı Borçalı’dan gelip Ruslara karşı savaşan Haşimoğlu, özel birlikleri ile Ruslara çok büyük kayıplar verdirir. Kars savunmasında şehit olur. Generallerin raporlarına ve hatıralarına bakıldığında aylarca kuşatmada tuttuktan sonra 50 bin kişilik ordu ile saldırıya geçen ve 2278 ölü 3823 yaralı vererek büyük bir yenilgiye uğrayan Ruslar, Haşimoğlu’nun ölümünü duyduklarında Kars kalesini almış kadar sevinirler.

Ne tesadüf ki (!) pek çok zaman Rus ordusu da Osmanlı ordusu da öncü güçlerini Karapapak Türklerinden teşkil etmişlerdir. Bunun en acı örneği 23 Haziran 1855 günü Ardahan Ahalkelek arasında Çıldır Karapapaklarından oluşan Aslan Paşa’nın 500 kişilik gönüllü süvari alayı ile Rus ordusunun öncü gücü olan Kazak Karapapaklarından oluşan ve başlarında Mansur Ağa Vekilov, Gaçağanlı Süleyman Ağa, Borçalılı Memedşah Bey Ağa Sultanov, Kazaklı Ali Kerimov, İbrahim Halil Ağa İlyasoğlu gibi ünlü Karapapak bey ve ağalarının bulunduğu müslüman süvari alayının savaşmasıdır. General Muravyon bu Karapapak savaşçılar için şunları yazar: Zorla ve tereddütle toplanmış 3. alayın müslüman süvarileri bu vuruşmada içlerinde akrabalık ve her çeşit bağları olan soydaşları Karapapakların da olduğu dindaşlarının kanını döküp, kendilerinden beklenilmesi mümkün olmayan hizmeti yapıyorlardı.

16 Kasım 1855 günü Kars’ın teslim olmasından sonra Kars ve Erzurum’un paşalığına tayin edilen ve Oltu ile Göle’nin kontrol görevi kendisine verilen Polkovnik Melikov savaş boyunca cesaret ve yiğitliklerine hayran olduğu Karapapaklardan 300 kişiyi yanına almak şartıyla bu görevi üstlenir. Talihe bak ki Rus generalini koruyup kollayan da, Osmanlı Paşası Gazi Ahmet Muhtar Paşa’yı koruyup esir düşmekten kurtaran da Karapapaklar olmuştur (Gazi Ahmed Muhtar Paşa 1996: 215).

1855 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Kars’ın savunmasında büyük kahramanlıklar gösteren bir milis reisi de Çıldır’ın ileri gelenlerinden Aslan Paşa’dır. Aslan Paşa Çıldır ve etraftaki köy ve nahiyelerden topladığı Karapapak gönüllüleri ile Kars savunmasına gelmiş ve büyük kahramanlıklar göstermiştir.

Karapapaklar 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda da Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın kumandası altında çok büyük kahramanlıklar göstermişlerdir. Liderleri Mihrali Bey’in kahramanlıkları ve şecaati türkülere, destanlara konu olmuştur. Bazı Rus kaynaklarına göre 93 Harbi’nde Osmanlı Ordusunun gayri nizamî kıtalarında 12.000 Karapapak askeri görev almıştır. Ordu muhabere kâtibi Erzurumlu Mehmed Ârif Bey, “Başımıza Gelenler” adlı eserinde orduda görev alan Borçalı Karapapaklarını şöyle tanıtır: Karapapaklara gelince bunlar Acemlerle Dağıstanlılar arasında hususî bir milliyet gösterirse de, lisanları Azerbaycan Türkçesidir. Kıyafetleri Acem gibidir. Lâkin kalpakları başka türlüdür. Bazısının mezhebi Sünnî bazısınınki Şiî’dir. Bunlar da adı geçen kazalarda iki bin, iki bin beş yüz hâne halkı kadar olabilirler. Gayet yiğit ve cesur bir kavimdir. Pekiyi süvaridirler. Hele at üzerinde silah kullanmakta bunlar kadar usta olanı pek az görülüyor. Nitekim bunlardan Mehrali adında birinin Orduyu Hümayuna nasıl hizmetler ettiği ve savaşlarda ne gibi yararlıklar gösterdiği ilerde sırası geldiğinde görülecektir.

Mehmed Ârif Bey kitabında, Mehrali Bey ve onun komutasında savaşa katılan Karapapak Türklerinin kahramanlıklarından defalarca bahseder. Erzurum’a yönelen Rus kuvvetlerine karşı gönderilen süvarilerden bahsedilirken: Yukarıda kahramanlığından bahsettiğimiz Mehrali Ağa ile onun hususi süvarilerinden bazıları da bunlarla gönderilmiş idi. Çünkü Kambersiz düğün olmaz. Nerede bir tüfek patlasa veya patlamak ihtimali olsa, Mehrali Ağa oraya gönderilir ve onun varlığından büyük hizmetler beklenirdi. Hatta bazı kereler, Mehrali Ağa yaverlik hizmetinde kullanılırdı.

Gürcistan’daki Karapapaklar olsun İran’daki ve Türkiye’deki Karapapaklar olsun hemen her savaşta cepheye sürülmüşlerdir. Sair zamanlarda ise çeşitli kolluk kuvvetlerinde görevlendirilmişlerdir. Eski takvimle 1293 yılında olduğu için 93 Harbi denilen 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’nda, Borçalı-Kazak-Şemşeddin bölgesinden toplanıp Mihrali Bey’in liderliğinde gelip Osmanlı Ordusu saflarında Ruslara karşı savaşan Karapapaklar, savaş boyunca büyük kahramanlıklar gösterirler. Alacadağ bozgununda Türk ordusu Kars’a çekilirken Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın yanında kalan Karapapak Hasan ve Hüseyin kardeşler, Muhtar Paşa’ya yaklaşmakta olan Rus Kazak süvarisinin üzerine saldırıp komutanını öldürüp,  diğerlerini geri püskürterek Muhtar Paşa’nın ve Ordugâh dokümanlarının düşman eline geçmesini önlemişlerdir. Gazi Ahmed Muhtar Paşa da‚ “Sergüzeşt-i Hayatım’ın Cild-i Sanisi” adlı eserinde bu konuyu anlatırken Karapapak Hasan ve Hüseyin kardeşlerden sitayiş ve takdirle bahsetmektedir.

Rus generalleri de yazdıkları savaş raporlarında ve verdikleri beyanatlarda Mehrali Bey ve süvarilerinin koçaklığını dile getirmişlerdir. General S. O. Kişmişov bir demecinde şöyle demiştir: Türklerin safında çok meşhur bir Karapapak var. Ruslar onu taraflarına çekmeyi çok istemektedir. Onun adı Mehrali’dir. Borçalı’da anadan olmuştur. Yalnız bu Mihrali’ye karşı bütün (Rus) Kazak alaylarını göndermek gerekiyor. Kars cephesinde Karapapak gönüllülerinin kahramanlık ve fedakârlıklarını, Batum yöresindeki gönüllülerin faaliyetleri ile karşılaştırınca daha iyi anlaşılmaktadır. 1877  Nisan ayında Rus ordularının sel gibi Anadolu’ya akmaya başladığı günlerde, sazı elinde halkın önüne geçerek okuduğu koçaklama ve destanlarla onları yüreklendiren, vatan savunmasına   çağıran, hainleri, korkakları yeren, kahramanları öven Karapapak kahramanlarından Âşık Şenlik’i de burada anmak gerekmektedir. Savaştan sonra bu defa Karapapaklara 1890’da Padişah II. Abdülhamit tarafından bölge halkını Ermeni baskınlarından korumak için kurulan‚ Hamidiye Alayları‛nda görev verilir. Eleşkirt’te kurulan 400 süvari, 150 piyadeden oluşan 550 kişilik 6.Hamidiye Alayı; Tutak-Karakilise’de  kurulan 300 süvari, 200 piyadeden oluşan 500 kişilik 7. Hamidiye Alayı ile Sivas bölgesinde kurulan ve 275 süvari, 500 piyadeden oluşan 775 kişilik‚ 40.Hamidiye Alayı ekseriyetle 1877-1878 Türk-Rus Savaşı’nda Kafkas cephesinden dönen Karapapak Türkleri’nden teşekkül eder (Avyarov 1995: Ek 5, 6, 37). Ne hazindir ki 1905 yılında Yemen Savaşı patlak verince Mehrali Bey ve alayı Yemen Cephesi’ne gönderilecek ve geri dönemeyeceklerdir.

Karapapakların hemen her savaşta cepheye sürülmeleri, sulh zamanında da çeşitli kolluk kuvvetlerinde görevlendirilmeleri sebebiyle nüfusları normal seyrinde artmamıştır. Ayrıca Kars, Ardahan ve kısa süreliğine de olsa Erzurum’un Ruslar tarafından işgal edilmesi sebebiyle Karapapakların bir kısmı Anadolu’nun iç şehirlerine göçmek mecburiyetinde kalmıştır.

 

KAYNAK :  http://www.kurtoglukoyu.com

Karakalpak Türkleri’nin Anadolu’ya Göçleri

Karakalpak Türkleri’nin (Karapapakların) Anadolu’ya göçleri kadim devirlerden beri çeşitli sebeplerle devam etmiştir. En önemli Karapapak göçleri 1807, 1813-1828, 1854-1855, 1878-1881 ve 1914-1924 yıllarında gerçekleşmiştir.

Selçuklular, Safevîler ve Nadir Şah döneminde altın çağını yaşayan Kafkasya, Azerbaycan ve Doğu Anadolu, 18. yüzyılın sonları itibariyle, Osmanlı Devleti’nin kötü yönetimi ve İran Kaçar Türk şahlarının basiretsizlikleri hatta dirayetsizlikleri sebebiyle Rusların eline geçer.

Bütün bu coğrafya Timur’un Altın Orda Devletini yıkmasıyla yıldızı parlayan Rus generalleri Bulgakov, Velyaminov, Yermolov, Paskeviç ve Melikofların cirit meydanı olur.

Rus ordularının Kafkaslara inmesiyle birlikte Rusların ve onların güdümündeki Ermenilerin zulmüne dayanamayan Kafkas halkları, bu cümleden Borçalı, Kazak Karapapak’ları Osmanlı topraklarına kaçmaya-göçmeye başlar.

Binlerce Karapapak halkı Çıldır, Arpaçay, Kars, Sarıkamış, Horasan, Hasankale, Erzurum, Eleşkirt, Ağrı, Van, Muş il ve ilçelerine göçüp, Osmanlı Devleti’ne sığınırlar.

Rus ordularının Kaçar Türk Şahlarının elinde bulunan şimdiki Gürcistan ve Azerbaycan’ı işgal edip 1913’te Gülistan Anlaşmasını imzalamasıyla 3 binden fazla Karapapak aile Kazak ve Borçalı’dan göç eder. Bunların yarısı, yukarıda bahsedildiği gibi Revan’a, buranın da Rusların eline geçmesiyle Sulduz’a göçerler. Geriye kalanın ise bir kısmı Türkiye’ye bir kısmı da geri yurtlarına dönerler.

Türk düşmanlığı ile tanınan Çar I. Nikola, Osmanlı yönetiminin 1826’da Yeniçeri Ordusunu kaldırmasını ve yeni ordunun kurulma aşamasında olmasını fırsat bilerek, Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlardaki hâkimiyetine son vermenin, boğazları ve Anadolu’yu Rusya’ya katmanın zamanının geldiğine inanarak harp hazırlığına başlar. Ruslar, İngiliz ve Fransızlarla işbirliği yaparak 20 Ekim 1827’de Osmanlı donanmasını Navarin’de yakarlar. Ardından kara ve deniz gücünden yoksun durumda bulanan Osmanlı Devleti’ne savaş ilan eder. Rus orduları 1828 yazında Anadolu’ya girer, Ahılkelek, Ahıska ve Kars’ı alır. Ertesi sene Erzurum, Bayburt ve Muş’u işgal eder. Batı’da ve Doğu’da Ruslara karşı savaşan ve maddî ve manevî çok büyük kayıplar veren Osmanlı Devleti, Ruslarla Edirne Antlaşması’nı yapmak mecburiyetinde kalır. 1828-1829 Türk-Rus Savaşı sonrasında Borçalı ve Ahılkelek ve Ahıska’dan pek çok Terekeme/Karapapak tayfası Türkiye’ye göçer.

Diğer bir Karapapak göç dalgası 19. yüzyılın son çeyreğinde görülür. Bu dönem, sadece Kafkasya için değil, Balkanlardan Doğu Türkistan’a, Sibirya steplerinden Yemen’e kadar bütün Türk dünyası için felaketli yıllardır. Türk halklarına Hıristiyan dünyası tarafından en şiddetli zulüm ve soykırım bu yıllarda yapılır. 19 Nisan 1877’de Osmanlı Devletine savaş ilan eden Çar, kardeşi Grandük Nikola komutasında 250 bin kişilik bir ordu ile Balkanlardan; diğer kardeşi Grandük Mişel komutasında 160 bin kişilik bir ordu ile de kuzey doğudan Osmanlı Devletine saldırır. Hem Balkanlarda hem de kuzey doğu Anadolu ve batı Kafkasya’da Türk halklarına benzeri görülmemiş katliam yapılır. Yüz binlerce insan yurdunu yuvasını terk edip Anadolu’ya göçer. Kafkaslardan gelen göçmenlerin bir kısmı Kars, Ardahan, Ağrı, Erzurum, Muş, Sivas gibi şehirlere önceden gelen akrabalarının yanına yerleşirler. Büyük ekseriyeti ise Kayseri, Adana, Mersin gibi şehirlere yerleştirilir.

93 Harbinden önce Kars ve çevresinde 105 köyde 29.000 Karapapak yaşamaktadır. Savaştan 7 yıl sonra Ruslar tarafından yapılan sayımda nüfusun 21.652’ye düştüğü görülmektedir. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı başarısızlıkla sonuçlanınca, 13 Temmuz 1878’de imzalanan Berlin Antlaşması ile Kars, Kağızman, Ardahan, Oltu ve Batum Ruslara harp tazminatı olarak bırakılır. Ardından 8 Şubat 1879  günü İstanbul’da imzalanan Muâhede-yi Kat’iyye’nin 7.maddesi gereğince de bu şehirlerde yaşayan Türklerin üç yıl içerisinde Osmanlı topraklarına göçmelerine izin verilir. Bu üç yıl içerisinde resmî kayıtlara göre 11.000’i  Kars merkez ilçeden olmak üzere 82 bin Türk Kars’tan ayrılıp Erzurum ve Anadolu içlerine göçer. Göçenler içerisinde Karapapaklar önemli bir yekûn teşkil etmektedir. Karapapakların bir bölümü Horasan, Hasankale, Erzurum ve Aşkale’nin merkez köylerine, Mihrali Bey ve tayfaları ise Sivas’a yerleşirler. Karapapaklardan büyük bir kısmı da Bayazıt sancağına gider ve orada Antap (şimdiki adı Tutak) kentini şenlendirirler. Zoraki göç ettirilen Türklerden boşalan köylere Osmanlı Devleti arazisinden davet edilen Ermeni, Rum, Yezidî, Süryanî (Asûrî) gibi Anadolu halkları ile Rusya’dan getirilen Ukraynalı, Malakan, Duhobor gibi milliyetleri sahih olmayan çiftçiler ile Alman ve Estonyalı halklar yerleştirilir.

Bütün bu göçlere rağmen Karapapak Türklerinin nüfusu bu bölgede yine de büyük yekûn teşkil etmiştir. Rusların 1895 yılında Peterburg’da yayımladıkları ünlü EnsiklopediçeskiySlovar’ın Kars Oblastı (Карсскаяобласть) maddesinde verilen bilgilerden bir kısmı şöyledir: Kars Eyaleti’nin, Ardahan, Oltu, Kağızman dahil nüfusu 1 Ocak 1892 tarihi itibariyle 200.868 kişidir. Nüfus yoğunluğu Ruslar %7, Yunanlar %13,5, Kürtler %15, Ermeniler %21,5, Türkler %24, Karapapaklar %14, Türkmenler %5. Dinî yapılanma ise şöyledir: Ortodoks %14, tarikat mensubu %5, Ermeni-Gregoryen %21, diğer Hrıstiyanlar %0,75, Muslümanlar %53 (Sunnî %46, Şiî %7) Ali-Allah tarikat mensubu %5, Yezidî %1,25. Ruslar genellikle (Molokan, Duhobor, Prıgunı) tarikat mensubudurlar. Yunanlar, Ortodoks’tur. Türkler, Sünnîdirler. Karapapahlar, Sünnî ve kısmen Şiîdir. Türkmenler, Ali-Allah tarikat mensuplarındandır. Kürtler, Sünnî ve kısmen Yezidîdirler. Türklerin arasında çok sık Müslüman Gürcülere rastlanır. Onlar genellikle Posof Çayı havzasında ve Oltu ilçesinin kuzeyinde yerleşmişlerdir.

Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’ın Sovyetleştirilmesi sırasında da Borçalı, Kazak, Şemşeddin Karapapakları çok yıpratılmıştır. Rus, Gürcü ve Ermeni işgal güçleri tarafından bölge defalarca işgal edilmiş, halk defalarca yurdundan yuvasından edilmiştir. Pek çok insan öldürülmüştür.

Karapapak Türklerinin en büyük göç hareketine maruz kaldıkları dönemlerden biri de 1914-1924 dönemi olmuştur. Rus sayımına göre 1892’de Kars’ta 28.121 olan Karapapak nüfusu, yine Rus istatistiklerine göre bütün olumsuzluklara rağmen 1910 yılında 99 köyde 39.000 olmuştur. Ne var ki Birinci Dünya Savaşı yıllarında bölgede Rus ve Ermeniler tarafından yapılan katliamda başta Ardahan Karapapakları olmak üzere Çıldır, Arpaçay ve Kars Karapapakları çok kayıp vermişlerdir. Ruslar, Sarıkamış hareketinde ve daha sonra Kars, Ardahan savaşlarında Osmanlı Ordusu’na yardım ettikleri gerekçesi ile 1915 yılının ilk üç ayında büyük katliam yapmışlardır. 30 Ekim 1920’de Kars, 23 Şubat 1921’de de Ardahan ve Çıldır kurtulduktan sonra yapılan Moskova ve Kars antlaşmaları ile bugünkü sınırlar çizilmiştir. Bu yıllarda yani 1920-1921 yıllarında Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’dan birçok Türk tayfası Türkiye’ye gelmiştir. 1921-1924 yıllarında ise mübadele yolu ile aynı ülkelerden 45.000 Türk, Kars’a gelmiştir. Bunlardan 10 bin kadarı, 1922-1923 yıllarında Kars Sovyet Konsolosluğunun gayreti ile geri dönmüştür. Kars’ta kalan 35 bin göçmenin 25 bin kadarı Akbaba, Borçalı ve Karayazı’dan gelen Karapapaklardır.

 

KAYNAK :  http://www.kurtoglukoyu.com/?p=98