Zülkarneyn Oğuz Kağan mıdır?

Kehf Suresi’nde yer alan Zülkarneyn kıssası Kur’an araştırmacılarını uzun senelerdir uğraştırmaktadır.

Zülkarneyn kıssası müteşabih anlatımlıdır. Biz ilk anlamı/nesnel anlamı aktarıyoruz.

A.İLK ANLAM/NESNEL ANLAM:

1. Zülkarneyn Kimdir?

Sana Zülkarneyn’den de sorarlar: De ki: “Size ondan bir hatıra okuyacağım.” (Kehf, 83)

Zül-karn-eyn. “Karn” boynuz demektir. Tesniyesi ile birlikte “Karneyn” iki boynuz; “Zülkarneyn” de iki boynuz sahibi demektir.

Kazakistan’ın Yedisu Bölgesi’ndeki Tamgalı Say, Almaatı’nın 160 km. kuzey batısındadır ve Türklerin M.Ö 40.000-12.000 yıllarına ait izlerini taşımaktadır. Burası kayaların defter olarak kullanıldığı bir açık hava kütüphanesi gibidir. Yüzlerce kayada binlerce resim bulunmakta ve yazının ilk oluşum aşamaları burada görülebilmektedir. Bu yazıtlarda da görüleceği üzere boynuzun Proto Türkler’de özellikli bir anlamı vardır. Resimlerdeki figürlerde boynuzların abartılı çizimi bize Türk dilinde boynuza verilen önemi göstermektedir. Şimdi Tamgalı Say kaya resimlerinden birkaçına göz atalım:

zülkarneyn-01 zülkarneyn-02
zülkarneyn-03 zülkarneyn-04
zülkarneyn-05

Proto Türkçe yazının gelişimi bir süreç halinde Tamgalı Say’da kendini gösterir. Nesneler yukarıda görüldüğü gibi ilk önce oldukları gibi resmedilmişler daha sonra bire bir çizimin yarattığı zorluklar nedeniyle sembol resme geçilmiştir.

zülkarneyn-06Yanda ortada gördüğünüz geyik resmi M.Ö 20.000’lere ait sembol resme örnektir. Gök ve Tanrı ile ilişkilidir.

Şimdi Beyaz Piramitlere doğru gidelim ve bakalım orada Zülkarneyn/İki boynuz sahibi ile ilgili bir şeyler bulabilecek miyiz?

Beyaz Piramitler, Çin hakimiyetindeki Doğu Türkistan sınırları içerisinde yer alan Şian şehrine 100 km uzaklıkta bulunmaktadır.

Çin hakimiyetindeki Doğu Türkistan sınırları içerisinde yer alan bu alan, Çin hükümeti tarafından yasak bölge ilan edilmiş. Bölgeye yabancıların girmesine kesinlikle izin verilmiyor. Çin hükümeti piramitleri gizlemek için piramitler üzerine toprak dökerek yeşillendirme yoluna dahi gitmiş.

Oktan Keleş bir müddet önce Çin’deki bu yasak alana girmeyi başardı ve piramitler içine girerek fotoğraflar çekti. Şimdi konumuzla ilgili birkaç fotoğrafı aşağıda paylaşıyoruz.

Aşağıdaki resimlerde ay-yıldız ve kurt başları rahatlıkla seçiliyor.

zülkarneyn-07 zülkarneyn-08

Zülkarneyn, iki boynuz sahibi demek idi ve yukarıda Tamgalı Say’dan örneklerle boynuzun Türk dilindeki önemini belirttik. Aşağıdaki fotoğraflar Beyaz Piramitlerin içinde aceleyle çekildiğinden, heykelin boyutlarını fotoğrafta anlamamıza yardımcı olacak bir obje heykelin yanına konmamış. Ancak heykelin boyu oldukça büyük; 3 metre. Bir yüz, başta bir taç, taçın ortasında ay-yıldız ve üst kısmında iki boynuz var.

zülkarneyn-09 zülkarneyn-10
zülkarneyn-11 zülkarneyn-12

Beyaz Piramitlerin çevresinde yaşayan köylüler bu heykellerin Oğuz Kağan’a ait olduğunu söylüyor. Gerek dil bilimsel araştırmalar gerekse tarihçilerin çabaları bu konuyu ileride daha çok aydınlatacaktır. Bizce de bu resimlerde yer alan kişi Oğuz Kağan’dır. Ancak üzerinden binlerce yıl geçtiğinden isimler o kadar da önemli olmasa gerek. Resimlerdeki Oğuz Kağan değildir diyenler olacaktır. Onlara da sözümüz şu olur; Oğuz Kağan olmasa dahi bir Türk Kağan’ı olduğu kesindir.

2. Zülkarneyn’in Batı Seferi:

Biz onun için yeryüzünde güç ve saltanat hazırladık ve ona her şeyden bir sebep verdik.

O da bir sebebi izledi.

Nihayet, Güneş’in battığı yere varınca onu (kızışmış halde) bir gözede batar buldu. Onun yanında bir de kavim buldu. Dedik ki: “Ey Zülkarneyn, ya bunlara azap edersin ya da haklarında güzel bir tavrı esas alırsın.” (Kehf, 84-86)

*Ayetlerdeki parantez içleri bize aittir.

Ayette açıklanacak 2 husus var:

a. Ayet genellikle “Onu (Güneş’i) Kara balçıklı bir gözede batar buldu” şeklinde çevriliyor. “Kara balçık” olarak çevrilen “Hamietin” kelimesi H-m-y kökünden ve bu kelime harareti, sıcağı ve kızgınlığı anlatan bir kelime. O sebeple bu kelimenin “Kızışmış halde” şeklinde çevrilmesi daha doğru olacaktır.

b. “Onu (Güneş’i) Kara balçıklı bir gözede taGRuBu/batar buldu”. G-r-b Güneş’in batışını, gözden kaybolmasını anlatan bir kelime. Bugün de dilimizde olan “Gurup” kelimesi, deniz kıyısında Güneş batarken ufka paralel hale gelince, Güneş’in kızgınlaşmış gibi turuncu renge bürünmesini anlatan bir kelimedir.

”Onu (Güneş’i) kızışmış halde bir gözede batar buldu”. Burada “Göze” olarak çevrilen kelime Ayn kelimesi. Bu kelime için pınar ya da kaynak denebilir. Ancak ayetin tamamı okunduğunda “Ayn” kelimesinin “Gölü” anlattığı anlaşılacaktadır. Şöyle ki; kaynaklar, nehirler, dağların doruklarından doğar. Güneş dağın arkasına geçip batarken gurub etmez, yani kızgınlaşıp turuncu renge bürünmez. Ayrıca o yüksekliklerde bir kavim/millet yer tutmaz. Bu anlamda “Göze” olarak çevrilmiş bulunan “Ayn” kelimesi burada Hazar Denizi’ni anlatmaktadır. Buna göre; Oğuz Kağan önce batıya bir sefer düzenliyor, Hazar Denizi’ne kadar gidiyor, bu denizin kıyısında bir kavim/millet ile karşılaşıyor ve onlarla savaşa girişiyor.

zülkarneyn-13

Dedi: “Zulmedene azap edeceğiz; sonra Rabbine döndürülecek; O da onu görülmedik bir azaba çeker.”

“İman edip hayra ve barışa yönelik iş yapana gelince, onun için ödül olarak en güzeli var. Ve ona, buyruğumuzdan, kolay olanı söyleyeceğiz.” (Kehf, 87-88)

3. Zükarneyn’in Doğu Seferi:

Sonra bir sebebi daha izledi.

Bir süre sonra, Güneş’in doğduğu yere varınca onu, ona (Güneş’e) karşı kendilerine bir siper yapmadığımız bir kavmin üzerine doğar buldu. (Kehf, 89-90)

Oğuz Kağan batıya yaptığı seferden sonra doğuya yöneliyor. Gittiği yerdeki kavim/millet, Güneş’e karşı bir siperin/Güneş ışınlarının gelmesine engel olacak bir siperin olmadığı bir yerde. O halde bu kavim ya bir çölde ya da Büyük Okyanus kenarında. Çöller sıcaklığıyla meşhurdur ancak dümdüz araziler değildir. Kumul tepeleri, kayalıklar ve kaktüs gibi bir takım bitkiler Güneş’e siper olarak insanı koruyabilir. Oysa ki deniz kıyısında insanın Güneş’ten korunmasına yardımcı olacak hiçbir siper yoktur. Bu durumda diyoruz ki; Oğuz Kağan doğuda Büyük Okyanus’a yakın bir yere kadar gitmiş ancak deniz kıyısına varmadan kıyıda yaşayan bir kavim ile karşılaşmıştır. Ayetten anlaşıldığı kadarı ile bu kavim ile bir savaş yaşanmamıştır.

İşte böyle!Biz onun yanında olan her şeyi bilgimizle kuşatmıştık.(Kehf,91)

4. Zülkarneyn’in Üçüncü Seferi:

a. İki Sedd ve Demirden Engel Yapılması:

Sonra yine bir sebebi izledi.

Nihayet, iki sedd arasına ulaştı. (O ikisinden/O iki sedden aşağıda) öyle bir kavim buldu ki neredeyse söz anlamıyorlardı. (Kehf, 92-93)

zülkarneyn-14“Sedd” kelimesi, doğal olan engeldir. Ayette geçen iki set Seyhun/Siri Derya ve Ceyhun/Amu Derya’dır. Seyhun ve Ceyhun ırmaklarının arası ise Maveraünnehir’dir. Bugün bu bölge Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan arasında bölünmüştür. Tarihi Semerkand ve Buhara kentleri de buradadır. Oğuz Kağan Kur’an’da geçen bu son seferinde Ceyhun ve Seyhun ırmakları arasındaki Maveraünnehir’e gelmiştir.

“O iki sedden aşağıda”; resimde altta görülen Amu Derya/Ceyhun ırmağının aşağısında/güneyinde neredeyse hiç sözden anlamayan bir kavim/millet/Yecüc ve Mecüc bulunmaktadır.

Dediler: “Ey Zülkarneyn! Ye’cûc ve Me’cûc bu yerde bozgunculuk yapıyorlar. Onlarla bizim aramızda bir sedd yapman (olman) şartıyla sana vergi verelim mi?” (Kehf, 94)

Bu kavim Zülkarneyn’e Yecuc ve Mecuc isimli kavmi şikayet ederek, onların bozgunculuk yapmakta olduklarını bildirmiş, Maveraünnehir’in yönetimini verip, haraç vermeyi teklif etmiştir. Maveraünnehir’in yönetimini almakla Türkler doğal bir sedd oluşturacaktadır. Türklerin burada doğal bir “Sedd” olarak görülmesi Yecüc ve Mecüc denilen topluluğun Türklerden çekindiğini göstermektedir.

Dedi: “Rabbimin beni içinde tuttuğu imkân ve güç daha üstündür. Siz bana bedensel gücünüzle destek verin de onlarla sizin aranıza çok muhkem bir redmen/engel çekeyim.” (Kehf, 95)

Oğuz Kağan Maveraünnehir’deki kavmin teklifini reddederek, onlar ile Yecüc ve Mecüc arasına bir engel yapmayı teklif etmiştir. Sedd kelimesi doğal engeli anlatırken, bu ayetteki Redmen kelimesi bir boşluğu doldurmak suretiyle, insan eli ile yapılan engeli tarif eder.

“Bana demir kütleleri getirin!” (İki yamacın arası, yamaçlarla aynı seviyeye gelinceye kadar körükleyin). Onu ateş haline koyunca da “Getirin bana, üzerine erimiş bakır dökeyim!” diye seslendi.

Artık onu ne aşabildiler ne delebildiler.

Dedi: “Bu, Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin vaadi gelince onu yerle bir eder. Ve Rabbimin vaadi haktır.” (Kehf, 96-98)

Ayetlerden anlaşıldığı üzere Oğuz Kağan Maveraünnehir’deki millet ile Yecüc ve Mecüc arasına demirden bir engel yapmıştır. Yukarıda Kehf 93 ayetinden de anlaşıldığı üzere bu engel Ceyhun ırmağının aşağısındadır/güneyindedir.

Peki tarihte böyle bir demirden engel var mı, varsa nerede?

Demirkapı tarihî dönemde Orta Asya’nın Maveraünnehir kesiminde, bu bölge güneyinde bulunmuş olan bir meşhur geçittir… (Vikipedi)

Şimdi “3. Uluslararası Türkiyat Araştırmaları Srmpozyumu 2010 – Eski Uygur ve Çin Kaynakları Işığında Orhun Yazıtlarında Geçen Yer ve Kişi Adları – Mehmet Ölmez” makalesinden bir bölüm aktarıyoruz:

Xuanzang Biyografısi’ndeki bilgiler, Demir Kapı ve Türklerin burayla olan bağı konusundaki en eski bilgilerdendir… 11. yüzyılın ilk yarısında Beşbalıldı Şingko Şeli Tutung’un Çinceden Uygurcaya çevirdiği Xuanzang Biyografısi’nden (Xuanzang 7. yy’da yaşamıştır):

Çince metinde iki kez görülen Demir Kapı geçidi ilk geçtiği yerde ayrıntılı olarak tanımlanır: Buhara ve sonra da Kusana’dan öteye giden Xuanzang, 300 li (150 km) sonra dağların arasından geçer ve Demir Kapı’ya girer. Dorukları dar ve tehlikeli, demir filizleri içeren kayalıkların bulunduğu bir yerdir. Bu kayaların üzerine bir kapı inşa edilmiş, kapının da üzerine birçok demir zil takılmıştır. Demir Kapı denmesinin nedeni budur. Burası Türklerin uçtaki hisarıdır. Demir Kapı’dan öteye gidilince Toharların ülkesine ulaşılır.

Şimdi de İmre Baskı’nın “Demirkapılar” tebliğinden aktarıyoruz:

Sekizinci asrın ilk on yıllarından tarihlendirilen Türk runik harfli yazıtlarda Temir kapïγ (‘Demirkapı’) toponimi sık sık anılmaktadır. Tonyukuk yazıtından Köktürklerin İnci ırmağını (Amu Derya/Ceyhun) geçerek, düşmanlarını Demirkapının ötesine kovup, imparatorluğun hudutlarını daima imparatorluğun batı sınırı sayılan Demirkapı geçidine kadar genişletmiş olduklarını biliyoruz. Köktürk anıtlarında o kadar sık geçen meşhur Temir qapïγ gerçekte ne idi ve nerede bulundu? Kabul edilmiş görüşlere göre bu yer Belh kentini Semerkant’a bağlayan yol üzerinde kayalık bir geçit (veya dağ boğazı) idi. Thomsen’e göre 12-20 m genişliğinde, 3 km uzunluğunda dar dağ geçidi dünya harikalarının biri namına lâyıktır…

En meşhur “Demirkapı” hiç şüphesiz Köktürk yazıtlarının demin adı geçen Maverünnehir’deki Baysun-tau dağında bugünkü Derbent/Darband adlı köyün yakınında, eski Semerkant-Tirmiz (Termez) yolu boyunda bulunmaktadır (Bugünkü Afganistan, Badahşan eyaleti, Feyzabad şehri, Derbent köyü). En erken anılması, boğazdan 630’da geçen ve yöreyi şu sözlerle anlatan meşhur Çinli seyyah Hiuan-tsang’a aittir: “Güneydoğuda, dağlarda, yaklaşık ikiyüz li (100 km) katetti ve Demir Kapı’ya girdi. Sağda ve solda olağanüstü yükseklikte, birbirine paralel iki dağ (İki yamacın arası yamaçlarla aynı seviyeye gelinceye kadar körükleyin (Kehf, 96) arasında bulunan boğazlara bu ad verilmiş. Dağlar çok dar ve üstelik dik uçurumlarla çevrili bir keçi yolu ile birbirinden ayrılmış. Bu dağların her iki yamacı da, demir renkli birer taş duvar görünümünde. Geçit yerine, demirle sağlamlaştırdıkları iki kanatlı bir kapı yerleştirmişler. Kapı kanatlarına da bir sürü demir çıngırak asılmış, aşılması güç ve çok iyi korunmuş olduğu için bu geçide bugünkü ismini takmışlar.”…

Boğazdan geçen ilk Avrupalı, Kastilyalı III’ncü Henri’nin 1404 yılında Timur sarayına elçi olarak gönderdiği Clavijo olmuştur. Söz konusu geçidi kendisi de aşağı yukarı Hiuan-tsang gibi tanımlayıp şunları ekledi: “Söylendiğine göre, eskiden bu geçidi demirle kaplanmış bir kapı kesmekte imiş”…

Şehrin bugünkü adı Farsça darband (dar ‘kapı’ + band ‘metal sırığı; engel, bent, mâni’, sözü sözüne ‘sırıklı / engelli(?) kapı’ manalı) ifadesinde kaynaklanmaktadır.

Oğuzların önemli destanı olan Dede Korkut kitabında Demir Kapı toponimi birkaç kez ortaya çıkmakta, her zaman kesinlikle Derbend’le, doğrusu Derbend geçidiyle bağlı olarak geçmektedir. Örneklerimiz: 1. “Demir Kapı Derbendindeki demir kapıyı tepip alan Kıyan Selçük…”; 2. “Demirkapı” Derbendinde bey olan Kiyan Selçuk oğlı Deli Dündar”…

Orhun yazıtlarında da İmparatorluğun batı sınırı olarak “Demirkapı”dan çokça bahsedilir. Prof.Dr.Muharrem Ergin’in Orhun Abideleri kitabından aktarıyoruz:

…Batı’da İnci Nehri’ni (Amu Derya/Ceyhun) geçerek Demirkapı’ya kadar ordu sevkettim… (Kül Tigin, Güney Yüzü 3-4)

Dört taraf hep düşman imiş. Ordu sevk ederek dört taraftaki milleti hep almış, hep tabi kılmış. Başlıya bağ eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüş. Doğuda Kadırgan Ormanı’na kadar, Batıda Demirkapı’ya kadar kondurmuş… (Kül Tigin, Doğu Yüzü 2)

…Doğu’da gün doğusunda Bökli kağana kadar ordu sevk edivermiş. Batı’da Demirkapı’ya kadar ordu sevk edivermiş… (Kül Tigin, Doğu Yüzü 8)

…Amcam Kağan ile Doğu’da Yeşil Nehir, Şantung ovasına kadar ordu sevk ettik. Batı’da Demirkapı’ya kadar ordu sevk ettik… (Kül Tigin, Doğu Yüzü 17)

Bunlardan ayrı (Bilge Kağan, Doğu Yüzü 3-4-8-15, Kuzey Yüzü 3) ve (Tonyukuk 2. Taş, Güney 2) yazılarına da bakılabilir.

Demirkapı’nın bulunduğu dar geçidin 20.yy’ın sonunda Japon rahiplerce çekilen fotoğrafı:

zülkarneyn-1593. ayetten bu yana anlattıklarımızı özetlersek; Oğuz Kağan son seferinde Seyhun ve Ceyhun ırmakları arasındaki Maveraünnehir’e geliyor. Buradaki kavim Ceyhun’un güneyinde bozgunculuk yapan Yecüc ve Mecüc isimli bir kavim olduğunu söylüyor ve Oğuz Kağan’a ülkenin yönetimi vermeyi teklif ediyor. Oğuz Kağan bu teklifi reddederek onlar ile Yecüc ve Mecüc arasına, bugünkü Afganistan’ın Feyzabad şehri Derbent köyü yakınlarında bulunan iki dağ arasına bir Demirkapı inşa ediyor.

b. Yecüc ve Mecüc Kimdir:

Soğd milletini düzene sokayım diye İnci Nehri’ni (Ceyhun’u) geçerek Demirkapı’ya kadar ordu sevk ettik… (Kül Tigin, Doğu Yüzü 39)

Orhun yazıtları M.Ö 500 yıllarına aittir. Buraya göre Ceyhun’un güneyindekiler Soğdlar.

Yukarıda da 7. yy’da Çinli Xuanzan’ın biyografisinde de şöyle diyordu:

…Bu kayaların üzerine bir kapı inşa edilmiş, kapının da üzerine birçok demir zil takılmıştır. Demir Kapı denmesinin nedeni budur. Burası Türklerin uçtaki hisarıdır. Demir Kapı’dan öteye gidilince Toharların ülkesine ulaşılır.

Buraya göre de Ceyhun’un güneyinde Toharlar var.

Şimdi “Türkler ve Toharlar Arasındaki Münasebetler – Dr. Lilia Yu Tuguşeva” makalesinden bir bölüm okuyalım:

Soharlar hakkında kaynaklarda yer alan bilgiler yeterli derecede ele alınıp incelenmiştir. Toharlara ait ilk bilgiler eski Yunan tarihçilerinin eserlerinde bulunmaktadır. Bu tarihçilerin verdiği bilgilere göre Toharların büyük bir kısmı eski dönemlerde Amu Derya nehrinin güney tarafında yaşamaktaydı ve bundan dolayı bu bölge daha sonraları Toharistan adını almıştır. Kaynaklarda ayrıca bu halkın Orta Asya’nın başka bölgeleriyle Tartun nehri havzasında da yerleşmiş olduğu ifade edilmektedir. Araştırmacılara göre Toharlar Orta Asya’ya Uzak Batı’dan gelmiş Hint Ari kabilelerine mensuptur. M.Ö. II. yüzyılın birinci çeyreğinden itibaren Toharların yaşadığı araziler M.Ö. 128’den M.S. IV. yüzyılın ortasına kadar Kuşan Devleti’nin sınırları içinde kalmıştı…

Kuşan teriminin etimolojisi şimdiye kadar açıklanamamıştır. Hanşu’ya (Han hanedanının tarihi) göre Kuşan Devleti’nin meydana gelmesinde M.Ö. II. yüzyılın başlarında Hunlar tarafından Yüeçilerin (Yüeçiler Büyük Yüeçiler ve Küçük Yüeçiler olarak ikiye ayrılıyordu belki Yecüc ve Mecüc onlardı) batıya sürülmesi önemli bir etken olmuştur. Batı istikametine giden Yüeçiler Saka kabilelerini püskürterek eski Baktriya bölgesini işgal etmişlerdir. Kuşan Devleti beş Yüeçi kabilesinin birinden oluşmuş ve devlet bu hanedanın adını almıştır…

Bu anlatılanlar ışığında diyebiliriz ki Yecüc ve Mecüc Toharlar, Soğdlar veya Yüeçiler’dir. Yapılacak tarihi ve dil bilimsel araştırmalar bu konuya da netlik kazandıracaktır.

Yecüc ve Mecüc E-c-c kökünden gelmekte olup Müfredat’da bu kelime için aşırı sıcaklık anlamındadır, yazar.

SONUÇ

Zülkarneyn iki boynuz sahibi demektir. Türkler’de boynuz, geyik, gök ve Tanrı ile ilişkilidir. Neredeyse 40.000 yıllık resimlerde abartılı boynuz resimleri göze çarpmaktadır. Bu husus Beyaz Piramitler’deki Oğuz Kağan’ın boynuzu bulunan taç figürleri ile birleşince, Zülkarneyn’in bir Türk Kağanı olan Oğuz Kağan olması nerdeyse netlik kazanmaktadır. Oğuz Kağan önce batıya Hazar Denizi kıyısına gitmiş buradaki kavim ile savaşmış, daha sonra doğuya yönelerek Büyük Okyanus’a yakın bir mevkiye kadar gitmiştir. Son olarak da Seyhun ve Ceyhun ırmakları arasındaki Maveraünnehir’e gelmiş, buradaki kavim ile Yecüc ve Mecüc arasına Ceyhun ırmağının güneyine bir Demirkapı inşa etmiştir. Ayetlerde belirtilenlerin Asya coğrafyası ile örtüşmesi de anlatılanların gerçeğin ifadesi olduğunu açıkça göstermektedir.

Zülkarneyn demişti ki:

“Bana demir kütleleri getirin!” İki ucu tam denkleştirince, “Körükleyin!” dedi. Onu ateş haline koyunca da “Getirin bana, üzerine erimiş bakır dökeyim!” diye seslendi.

Artık onu ne aşabildiler ne delebildiler. (Kehf, 96-97)

TÜRK’Ü DEMİRDEN, DEMİRİ TÜRK’TEN AYIRAMAZSIN…

Türk, Oğuz beyleri, milleti iştin: Üstte gök çökmese altta yer delinmese ilini töreni kim bozabilir…

ZÜLKARNEYN

KAYNAK : http://kurandini.net/index.php/zulkarneyn-oguz-kagan-dir.html

Yorum yapın


*